SEHÂVÎVE HALK DİLİNDE DOLAŞAN HADİSLER PROBLEMİ İLE İLGİLİ ESERİ. 1 Selçuk Üniversitesi LÂH YAT FAKÜLTES DERG S 2002 / Güz XIV. Say Hakemli Dergi Konya 2002 f2 Genel Yay n Yönetmeni Prof. Dr. Mehmet Ayd n Say Editörü Yrd. Doç. Dr. Abdülkerim Bahad r Yay n Kurulu Prof. Dr. Mehmet Ayd n - Prof. Dr. %erafeddin Gölcük
İlimile ilgili hadisler.. Peygamberimiz ilim ile ilgili neler demiştir? İlim öğrenmek ne kadar önemli? Farz mı? İlim talebesine nasıl mükafatlar verilecek?
Dostlukile İlgili Öyküleyici Metin. Öyküleyici metin demek bir olayın akışına uygun olarak anlatılmasıdır. Bu yazımızda dostluk ile ilgili öyküleyici bir metin mevzusunda kısaca bir yazı yazacağız. Zeynep yeni bir mahalleye taşınınca okulda tek başına takılıyordu. Herkes onunla alay ediyor, kimse arasına almıyordu.
Cezayir, Batı Sahra sorununda politikasını Fas'tan yana değiştiren İspanya ile 20 yıllık geçmişi olan dostluk ve iyi komşuluk anlaşmasını "ivedilikle askıya alma" kararı aldı. Cezayir Cumhurbaşkanlığınca yayımlanan mesajda, İspanya'daki sol koalisyon hükümetinin, Batı Sahra'da Fas tezini savunan "haksız politika
Ravi: Hz Ebu Hureyre (ra) Yetimi kendine yakin tut Basini elinle oksa ve onu sofrana oturt Boyle yaparsan, kalbin yumusar ve hacetin gorulur. Ravi: Hz Ebu Imran (ra) Dort sey dort yerde nafaka olarak kabul olunmaz: Hiyanet, hirsizlik, suistimal ve yetim malindan saglanan kazancla Hac, Umre, Sadaka ve Cihad olmaz.
ARAPÇAHADİSLER. أقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ، فأكْثِرُوا الدُّعَاءَ -1. “Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise (secdede) duayı çok yapın.” [Müslim, Salât 215, (482); Ebû Dâvud, Salât 152, (875) مَا منْ
G9o7. Kur’an-ı Kerim’de Din Kardeşliği Allah Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde din kardeşliğinin önemini vurgulamış ve din kardeşliğinin nasıl olması gerektiğini açık bir dille anlatmıştır. “Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve her işte adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever. Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”Hucurât Suresi, 9 – 10. Ayetler Mü’minler birbirlerinde kusur aramamalı, bir kusurlarını gördüklerinde ise kusuru işleyenin bunu düzeltmesi için uğraşmalıdırlar. “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”Hucurât Suresi, 12. Ayet Müslümanların kalplerini birbirine bağlayan en sağlam ve köklü bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan bu kardeşlik da açıklandığı gibi, Müslümanları birleştiren bu kardeşlik bağı, Allah’ın müminlere bahşettiği en güzel nimetlerden biridir. “Hep birlikte Allah’ın ipine Kur’an’a sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”Âl-i İmrân Suresi, 103. Ayet Dünya üzerindeki tüm Müslümanlar, kendi hak ve inançlarına saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kişilere bu kişiler kendilerine ne kadar yakın olursa olsun sevgi beslememeliler. “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.” Tevbe Suresi, 23. Ayet “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”Mücâdele Suresi, 22. Ayet Güvenli Kardeş Toplum ile İlgili Hadis-i Şerifler “Müslüman kardeşini hakir görmesi kişiye kötülük olarak yeter. Her Müslümanın kanı, malı ve onuru Müslümana haramdır.Müslim, “Bir” 32 “Din samimiyettir.” “Kime karşı?” diye sorulunca, “Allah’a, kitabına, Peygamberi’ne, Müslümanların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara.”Müslim, Îmân, 95 “Bir kişinin kalbinde iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.”İbn Hanbel, II, 349 “Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.”İbn Hanbel, III, 134 “Kulun kalbi doğru oluncaya kadar imanı dosdoğru olmaz. Dili doğru oluncaya kadar da kalbi dosdoğru olmaz. Komşusunun kendisinden bir kötülük gelmeyeceğine emin olmadığı kimse de cennete giremez.”İbn Hanbel, III, 199 “Müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir. Onlar birbirleriyle karşılaştıklarında birisi yüzünü şu tarafa, diğeri ise öte tarafa çevirir. Onların en hayırlısı önce selam verendir.”Tirmizi, “Birr ve Sıla” 21 “Sizden her kim canı, malı, ailesi güvende bulunur, ruhen ve bedenen sağlıklı olur, günlük rızkı da yanında bulunursa sanki dünya onundur.”Tirmizi, Zühd, 34. “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların can ve malları konusunda kendisinden emin oldukları kimsedir.”Tirmizî, Îmân, 12 “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona hainlik yapmaz, ona yalan söylemez, onu zor durumda yüzüstü bırakmaz…”Tirmizî, Birr, 18 “Kul, din kardeşine yardımcı olduğu sürece Allah da onun yardımcısı olur.”Ahmed b. Hanbel, II. 252. “Münafığın alâmeti üçtür Konuştuğunda yalan söyler, kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder, söz verdiği zaman sözünde durmaz.”Buhârî, Vesâyâ, 8; Müslim, Îmân, 107 “Şu dört özellik kimde bulunursa o, tam bir münafık olur. Kimde bu niteliklerden biri bulunursa onu terk edinceye kadar kendisinde münafıklıktan bir özellik vardır Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde cayar. Husumet sırasında haktan sapar.”Buhârî, Îmân, 24 “Bir konuda seni tasdik ettiği halde kardeşine yalan söylemen, ne kadar büyük bir ihanettir!”Eba Davad, “Edeb” 71 Bir önceki yazımda detaylı bir şekilde İslam ve Güvenli Toplum Örneği konusundan diğer yazılardan bazıları ise şöyle;Kur’an’da Ahlâkî Emir ve FaziletlerPeygamber Efendimiz’in İlk HutbesiAyet-el Kürsi’nin FaziletleriMüslümanlıkta SelamlaşmaHümeze Suresinin Türkçe Okunuşu, Meali ve ArapçasıPeygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e Saygının ÖnemiNasıl Salavat Getirilir?Kulları Cennete Götürecek Ameller Nelerdir?Amentü Duası Okunuşu ve Anlamı 2020 Hac Kaydı Hakkında Bilgiler
İSLAM’DA TOPLUMSAL BARIŞI SAĞLAMAK VE BERABER YAŞAMAK Doç. Dr. Nusrettin BOLELLİ, Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belağatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Başkanım, Muhterem Öğretim Üyeleri Saygıdeğer Dinleyiciler ve öğrenciler hepinizi saygıyla selamlayarak konuşmama başlıyorum. Bu konu şu başlıklar altında hazırlanmıştır 1. Genel Olarak Toplumsal Barışı Sağlamak. 2. Eşler ve Aile Fertleri Arasında Toplumsal Barışı Sağlamık. 3. Komşular Arasında Toplumda Sosyal Barışı Sağlamak. 4. Gayr-i Müslimlerle Zimmîlerle İlgili Toplumsal Barışı Sağlamak. 5. Askerlik, Nöbet Tutmak ve Şehitlikle İlgili Bazı Ayet ve Hadisler 1. Genel Olarak Toplumsal Barışla İlgili Ayet ve Hadisler. İslam dini toplum dinidir. Öğretileri ve ilkeleri evrenseldir. Bu nedenle barış ve kardeşliğe öncelik vermiştir. Dünyada mevcut canlı türleri, dağınık bir halde değil de, topluluklar halinde yaşamaktadırlar. Bütün canlılarca uygulanan bu yaşam tarzı, toplumsal hayat olarak isimlendirilmiştir. Özellikle insan fıtratına en uygun yaşam şekli de budur. Toplumları sağlıklı bir şekilde ayakta tutan faktörlerin başında birlik, beraberlik ve bütünlük yer alır. Bu önemli faktörün zıddı olan tefrika yani bölücülük hastalığına müptela olmak ise, toplumları temelden çökertmeye sebep olur. Bu nedenle tevhit dini olan İslâm, birlik ve beraberliğe son derece önem vermiştir. a. Konuyla ilygili bazı Ayetler Yüce Rabbimiz insanoğlunu sadece bir Adem’den meydana getirmemiş, Adem’le beraber Havva’yı yaratarak beraberliğin ve birlikteliğin ilk başlangıcını oluşturmuştur. Bu durum Kuran-ı Kerimde şöyle bildirmektedir. يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ. “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…” Ayette verilen mesaja dikkat edilirse, aynı ana-babadan çoğalan insanlığın, birbirleriyle tanışıp kaynaşmaları için yeryüzüne dağılarak, kitleler halinde yaşadıkları vurgulanmaktadır. İslama göre dillerin değişik ve farklı olması Yüce Allah’ın ayetlerinden sayılmıştır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ ﴿22﴾ 22 – Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır. Başka bir ayette ise yine iman edenler arasında sevgi ve muhabbeti sağladığını Peygamberimiz hitaben şöyle buyurmuştur وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً مَّا أَلَّفَتْ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı.” Bu ayette bildirilen birleşme ve kaynaşma olayı, Medine’nin iki büyük kabilesi Evs ve Hazrec arasında gerçekleşmiştir. Zira bu iki kabile İslâm’dan önce dâhilî ve haricî nedenlerle uzun zaman birbirlerinden intikam almak için uğraşıp savaş sürdürmüşlerdir. Nihayet İslâm dini ile şereflendiklerinde aralarındaki kin ve düşmanlık, İslâm kardeşliği ile son bulmuştur. Burada birliği ve kaynaşmayı sağlayan belirleyici unsur ise, İslâm kardeşliği olmuştur. Bu da sadece adı geçen kabilelere mahsus olmayıp, kıyamet kopuncaya kadar bütün insanları bağlamaktadır. Zira ayetlerin nüzul iniş sebeplerinin özel oluşu, hükümlerinin genel oluşuna mani değildir. وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ “Hep birlikte Allah’ın ipine İslâm’a sımsıkı yapışın, tefrikaya düşmeyin.” Bir başka ayette ise şöyledir وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle ihtilafa düşüp çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz devletiniz gider.” O nedenle huzur ve barışı bozucu ayırımcılıktan sakınarak, zora ve sindirmeye başvurmaksızın hoşgörülü bir ortamı hâkim kılmak, kenetleşme ve birleşmenin tek yoludur. Zaten “tevhid” kelimesi, Allah’ın birliğine inanmak anlamını taşıdığı gibi, aynı zamanda birleştirmek, toplamak gibi manaları da kapsar. Binaenaleyh sen illâ şu görüşte, şu düşüncede veya şu çizgide olacaksın gibi zorlama ve dayatmalarla birlik ve beraberliğin sağlanamayacağı gibi, aksine bölünüp parçalanmalara neden olunacağı unutulmamalıdır. Tebliğ yapan veya halkı idare eden kimselerin halka yumuşak davranmaları gerekir. Nitekim Yüce Allah Kur’an’da Peygamber hitaben فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ . “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ. 256 -Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.” Bu ayetten anlaşıldığına göre dinde zorlama yoktur. Dolayısıyla dine girmesi için hiç kimseyi mecbur edip zorlayamayız. Çünkü zorlama ile kabul ettirilen iman, Allah katında makbul değildir. İşte yüce dinimiz, iyiliklerde birbirimizle yardımlaşmayı, kötülüklere neden olan her türlü söz ve davranışlardan da sakınarak, el ve gönül birliği içinde olmamızı tavsiye etmektedir. Binaenaleyh toplumu oluşturan fertlerin birlik ve dayanışma halinde olmaları dinî ve millî varlığın korunması ve devamı için zorunludur. Ayrıca bu tutum ve davranış barış ve huzurun da teminatıdır. İslam Dini inananlar arasında mânevî bir kardeşlik kurmuştur. Yüce Rabbimizin bizler için istemiş olduğu ve sevgili Peygamberimizin ümmetinin hayatında değiştirmiş olduğu en önemli ahlakî ilkelerden biride kardeşliktir. Sadece kan bağıyla değil, inananlar birbirlerine gönül bağıyla kenetlendiril-miştir. Nitekim Kur’an şöyle buyurur وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى. “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” Bu dünyada yaşıyorsak, diğer yaşayanlara da saygı göstermek ve kendilerini rahatsız edecek davranışlardan kaçınmak mecburiyetindeyiz. İslam Dini’de kendi müntesipleri arasında manevî bir kardeşlik geliştirmekle kalmamış, aynı toplum içinde yaşayan ve kendi dinine inanmayan insanlar içinde hak ihlallerini yasaklamıştır. وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ ﴿9﴾ اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟ ﴿10﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ. 9- Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve her işte adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever. 10 – Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz. 11 – Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir. 12 – Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. b Konuyla İlgili Bazı Hadisler Dinimiz, barış ortamın sağlanması için haksızlığı, adaletsizliği, alaycılığı, laf taşımayı ve dedikoduyu yasaklamış, bunları günah olarak öğretmiştir. Peygam-berimiz bir hadisinde müslüman’ı şöyle tanımlamıştır اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ. “Müslüman, diğer müslümanların onun elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.” Bu tanıma göre, gücünü kullanarak diğer insanlara haksızlık ve eziyet eden, söyledikleri sözlerle kalp kırıp, insanlar arasında anlaşmazlık ve kavga çıkaran kişi, tam anlamıyla müslüman sayılmamaktadır. Veda hutbesinin baş tarafında Peygamberimiz şöyle buyurmuştur فَقَالَ ” يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَلا إِنَّ رَبَّكُمْ وَاحِدٌ ، أَلا وَإِنَّ أَبَاكُمْ وَاحِدٌ ، أَلاَ لاَ فَضْلَ لِعَرَبِيٍّ عَلَى عَجَمِيٍّ ، أَلاَ لاَ فَضْلَ لأَسْوَدَ عَلَى أَحْمَرَ إِلاَّ بِالتَّقْوَى ، أَلاَ قَدْ بَلَّغْتُ ؟ ” قَالُوا نَعَمْ . قَالَ ” لِيُبَلِّغِ الشَّاهِدُ الْغَائِبَ ” . Ey insanlar! Râbbiniz bir babanız birdir. Hepiniz, Adem’in soyundansınız. Adem’de topraktandır. Allâh en şereflisiniz, en muttaki olanınız, Allâh’ın emirlerini en çok yerine getiren, yasaklarından da, en çok sakınanınızdır. “ Arabın Arap olmayana, beyazın siyaha, kırmızı tenlinin siyah tenliye, siyah tenlinin kırmızı tenliye takva Allah’tan korkma dışında hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak takva iledir. Bir de insanlardaki eşitliğe İslam açısından bakalım. İşte Hz. Muhammed ın insanlara verdiği değer ile ne Yahudiler ne de Hristiyanlar gibi sadece İshak soyunu kutsamış değildir. Gerçek olan da budur. Bu dünya sadece Hz. İshak soyu için yaratılmış olamaz. Numân b. Beşîr dan rivâyet edildiğine göre Sevgili Peygamberimiz İnananlar arasında bulunması gereken birlikteliği şu benzetmeyle bizlere aktarmıştır. مثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وتَرَاحُمِهِمْ وتَعاطُفِهِمْ ، مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَداعَى لهُ سائِرُ الْجسدِ بالسهَرِ والْحُمَّى Peygamber şöyle buyurmuştur “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Başka bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuştur قال الرسول صلى الله عليه وسلم المؤمن للمؤمن كالبنيان المرصوص ؛ يشد بعضه بعضا كمثل الجسد ؛ إذا اشتكى منه عضو تداعى له سائر الجسد بالحمى والسهر ، “Mü’min için mü’min, parçaları birbiriyle kenetlenmiş sağlam bir bina gibidir.” Râvi diyor ki “Allah Resulü kaynaşma ve dayanışmanın önemini göstermek için de O, bu söz esnasında parmaklarını birbirinin arasına geçirip kenetlemişti.” Bu da, elbirliğiyle hareket etmenin gereğine ayrıca bir vurgudur. عن أبي حمزة أنس بن مالك رضي الله تعالى عنه خادم رسول الله صلى الله عليه وسلم، عن النَّبيِّ صلى الله عليه وسلم قال “لاَ يُؤمنُ أحَدُكمْ حَتَّى يُحبَّ لأَخِيهِ مَا يُحبُّ لنفسه” رواه البخاري ومسلم. Ebû Hamza Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur “ Sizden biriniz kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” Dinimiz, insanların toplum içinde yaşamalarını ve toplumun problemleriyle ilgilenmelerini emretmiştir. Nitekim yine Ömer b. Hattâb’dan rivâyet edildiğine göre Hz Peygamber şöyle buyurmuştur عَنْ عُمَرَ ، أَنّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ , قَالَ ” عَلَيْكُمْ بِالْجَمَاعَةِ ، وَإِيَّاكُمْ وَالْفُرْقَةَ ، فَإِنَّ الشَّيْطَانَ مَعَ الْوَاحِدِ ، وَهُوَ مِنَ الاثْنَيْنِ أَبْعَدُ ، وَمَنْ أَرَادَ بُحْبُحَةَ الْجَنَّةِ فَعَلَيْهِ بِالْجَمَاعَةِ ” “Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye ederim. Ayrılığa düşüp dağılmaktan da şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan yalnız başına yaşayana yakın olup, birlikte yaşayanlardan uzaktır. Kim cennetin ta ortasında yer almak isterse birliğe yönelsin.” Yine birliğin ve kaynaşıp kucaklaşmanın önemine, bölünüp parçalan-manın da tehlikesine, çok kısa bir cümleyle dikkat çeken Allah Resulü şöyle buyurmuştur وعن الحارث الأشعري رضي الله عنه أن النبي صلى الله عليه وسلم، قال إنَّ اللهَ أَمَرَني بالجمَاعَة وأنه مَنْ خَرَجَ مَنَ الجماعة شبراً فقد خَلَعَ رِبْقَةَ الإسلاَمِ مِنْ عُنُقِهِ.. “Bir karış da olsa cemaatten ayrılan kimse, İslâm bağını boynundan çözmüş demektir.” Bu hadiste, “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” çizgisinden sapmamak tavsiye edil-miştir. Çünkü hem maddî, hem de manevî yönden yükselmek, dolayısıyla da başkalarının tahakkümü altında yaşamamak, ancak birlik-beraberlik ve İslâm’ın öngördüğü kardeşlik ruhunu canlı tutmakla mümkündür. Bunun en büyük örneğini, üç kıtada huzur ve barış örneği sergileyerek nice kahramanlık ve medeniyetlere imza atan atalarımız göstermiştir. 2. Eşler ve Aile Fertleri Arasında Sosyal Barışı Sağlamakla İlgili Ayet ve Hadisler. Çocuklar da kendilerinin dünyaya gelmesine vesile olan ve kendilerini yetiştirmek için emek besleyen ana-babalarına karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir. Onların huzurunda yüksek sesle konuşmamalı, yürürken arkala-rında yürümeli, her türlü maddî ve mânevî ihtiyaçlarını karşılamalıdırlar. Ölümlerinden sonra bile dostlarıyla ilişkilerini sürdürmelidir. Bunun içindir ki Allah Teâlâ kendisine ibadetten sonra ikinci derecede anne ve babaya iyilik yapılmasını emretmiş, şöyle buyurmuştur. وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَر۪يمًا ﴿23﴾ وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يرًاۜ . “Rabbin sadece kendisine ibadet etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi sizin yanınızda yaşlanırsa kendilerine “öf” bile deme; onları azarlama ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve. ”Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et” diyerek dua et” ….لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا ….. ﴿83﴾ 83 – …. Allah’dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakın akrabaya, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz…..” يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ “Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.” Bir başka ayette ise şöyle buyurulur ……فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ ….. “Kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükafatı Allah’a aittir.” İslam dini aile fertleri arasındaki ilişkileri de düzenlemiştir. Aslında her canlının rızkını veren Allah’tır. Fakat rızkı elde etmek için çalışmak ve çaba harcamak gerekir. Aile reisine ailesinin rızkını temin etme görevini vermiştir. Çünkü aile, toplumun ilk çekirdeğini teşkil ediyor. Binaenaleyh İslâmî hayat anlayışında, toplumun maddî ve manevî nabzının dengede tutulması esastır. Çünkü toplumda yer alan zengin-fakir, güçlü-güçsüz her kesimden insan için, bir hayat mücadelesi söz konusudur. Gemisini kurtaran kaptan anlayışıyla, fakir ve işsiz-güçsüzlerin bir kenara itilmesine dinimiz karşı çıkarak, her kesime belli bir görev yüklemiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضاً سُخْرِيّاً وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ. “Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” Dikkat edilirse ayette, emek-sermaye ilişkisi ile zengin-fakir diyalogunun işletilmesi istenmektedir. Zira İslâm dini, para ve servetin sadece zenginler elinde dolaşan bir güç ve baskı unsuru olmasına karşı çıkarak, bunların tabana da yansıtılması ve toplumsal barış için bir denge unsuru olmasını istemektedir. Ancak burada bir hususa açıklık getirmek gerekir ki, o da rızkını temin etmek için gayret sarf etmeden eli kolu- bağlı gibi kahve köşelerinde vakit öldürmeyi ve geçerli bir mazereti olmaksızın dilencilik yoluyla topluma yük olmayı, İslâm dini kesinlikle benimsemez. Tam aksine hayatın zilletsizce idamesi için, çalışıp çabalamanın tek çıkar yol olduğunu belirtir. Nitekim Kur’an şöyle buyurur وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿6﴾ “6 – Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.” اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرًا بَص۪يرًا۟ ﴿30﴾ 30 – Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve dilediğini kısar. Şüphesiz ki Allah, kullarının durumlarından haberdardır, her şeyi görendir. وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـًٔا كَب۪يرًا ﴿31﴾ 31 – Bir de geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onlara da, size de rızkı biz veririz. Şüphesiz ki onları öldürmek, çok büyük bir suçtur.” Beraber yaşadığımız en önemli birliktelik aile birlikteliğidir. Aile toplumun en temel yapı taşı ve toplumun en vazgeçilmezlerindendir. Aile sadece anne-babanın kendi arzu ve isteklerini gerçekleştirmek için kurdukları bir husus değildir. Aile, hem madden, hem de manen sağlıklı bireylerin yetişmesine ve bunun sonucunda da insan soyunun devam etmesine ve topulumun sıhhatli bir şekilde yol almasına katkı sağlayan en önemli birlikteliktir. Gayri meşru ilişkiler sonucunda meydana gelen birlikteliğin adı ise aile olamaz. Bu sebeple sevgili Peygamberimiz ailenin meşru yollardan kurulmasını tavsiye edici hadisler bizlere aktarmıştır. كَمَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ” يَا مَعْشَرَ الشَّبَابِ ، مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمُ الْبَاءَ فَلْيَتَزَوَّجْ ، فَإِنَّهُ أَغَضُّ لِلْبَصَرِ ، وَأَحْصَنُ لِلْفَرْجِ ، وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ فَإِنَّهُ لَهُ وِجَاءٌ . Peygamberimiz şöyle buyurmuştur “Ey gençler topluluğu, sizlerden kimin evlenme külfetine gücü yeterse evlensin! Çünkü evlenme, gözü haramdan son derece men edicidir. İffeti de o oranda koruyucudur. Evlenme masrafına gücü yetmeyen kimse de nafile oruç tutsun. Çünkü şüphesiz oruç, şehvet için kuvvetli bir kırıcıdır.” Beraber yaşadığımız birçok insan grubu vardır. Öncelikle bir aileden dünyaya geldik. Bu vesile ile bir aile birlikteliğimiz var. Ayrıca eğer evli isek, o zaman da eş ve çocuklardan oluşan başka bir beraberliğimiz var demektir. Aileden başka aynı mahallede yaşıyorsak komşuluk birlikteliğimiz, aynı toplumda yaşayanlar arasında toplumsal birlikteliğimiz ve aynı dine inanan insanlar arasında da ayrıca bir din birlikteliğimiz mevcuttur. Yüce Dinimiz bütün bu birlikteliklerde ahlakî ilkeler getirmiş ve kendisinden razı olacağımız dünya ve âhiret mutluluğunu, birlikte yaşadığımız insanlarında rızasına bağlamıştır. Zaten başta yüce dinimiz olmak üzere bütün semavî dinlerin insanlığa ortak mesajları, Allah’a karşı olan kulluk görevlerinin ifası ve şer güçlere âlet olmadan insanca yaşamalarının yolunu göstermektedir. Bu da ancak dostluk ve dayanışma ile gerçekleşebilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz; مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ . “Hiçbir anne-baba çocuğuna edep ve terbiyeden daha iyi ikramda bulunma-mıştır.” buyurarak, ana-babanın çocuklarına karşı sorumluluklarının sadece yeme-içmeyle sınırlı olmadığını onların ahlakî gelişmelerinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmektedir. وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪. 233. Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da, emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur…” Ailenin çekirdeğini oluşturan eşler arasında bir anlaşmazlık olursa, dinimiz onları barıştırmayı emretmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَمًا مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحًا يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا خَب۪يرًا ﴿35﴾ 35 – Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır. وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا اَوْ اِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًاۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا. “ -Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirme-sinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Sulh hep hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve geçimsizlikten sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. İslam dini boşanan kadınlara da iddet süresi bitinceye kadar nafakasının verilmesini emretmiştir. لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ ﴿236﴾ وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَر۪يضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّٓا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذ۪ي بِيَدِه۪ عُقْدَةُ النِّكَاحِۜ وَاَنْ تَعْفُٓوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۜ وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿237﴾ 236 – Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız bunda size bir vebal yoktur. Şu kadar ki onlara mal verip faydalandırın. Eli geniş olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur. 237 – Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ey erkekler! sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız hakkiyle görür. وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ “ -Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” Sosyal hayatta dikkat edilmesi gereken birlikteliklerin birisi de akraba ilişkileridir. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde akrabalık bağlarının karşılıklı ziyaret, haberleşme, maddî ve manevî yardımlaşma gibi çeşitli yollarla korunması ve güçlendirilmesi üzerinde hassasiyetle durulur. Akraba arasındaki bu ilişkiye “Sıla-i rahim” denmektedir. Zaten İslâm dininde yer alan emir ve yasakların her biri insanlığın dünya ve ahiret menfaatine yöneliktir. Bu hedefe ulaşmanın en sağlıklı yolunun da, kavgasız bir ortamın sağlanmasından yani birlik ve bütünlükten geçtiği bildirilmiştir. Toplumun çekirdeğini teşkil eden aile fertleri barış, huzur ve sukûnet içinde yaşadıkları takdirde toplumda da barış sağlanmış olur. قول النبي-صلى الله عليه وسلم-حديث أنس عند أبي داود قال مَا أَكْرَمَ شَابٌّ شَيْخًا لِسِنِّهِ إِلَّا قَيَّضَ اللَّهُ لَهُ مَنْ يُكْرِمُهُ عِنْدَ سِنِّه . Enes B. Mâlik’den rivâyet edildiğine göre Resulüllah buyurdular “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılı-ğında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder.” عن ابن عباس قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لَيْسَ مِنَّا مَنْ لم يَرْحم صَغِيَرناَ ويُوَقِّرْ كَبِيرَناَ ويأمر بالمعروف وينهى عن المنكر . İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre Resulüllah buyurdular ki “Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize sayı göstermeyen bizden değildir.” Bir rivayette şu ziyade gelmiştir “…Ma’rufu emretmeyen, münkerden nehyetmeyen de bizden değildir.” İslam Dinimizin emri olan ve toplum örfümüzün en temel unsurlarından olan ana-babamıza karşı göstereceğimiz sevgi ve saygı, aile içindeki birlikte-liğimizin bölünmemesi açısından en önemli hususların başında gelmektedir. Sevgili Peygamberimizin şu hadisini hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Efendimiz şöyle buyurmaktadır. رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ “Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.” Akrabalık bağlarının koparılmaması, hakka ve hukuka riayet etmek şartıyla ister maddî isterse manevî ilişkilerin korunup gözetilmesi İslam dininin üzerinde durduğu konuların başında gelir. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır. مَنْ أحبَّ أن يُبْسَطَ له في رِزقِه، وينسأ له في أثره، فَلْيَصِلْ رَحمَهُ . “Rızkının geniş ömrünün uzun olmasını arzu eden akrabalarını ziyaret etsin onlarla olan bağlantısını devam ettirsin.” 2. Komşular Arasında ve Toplumda Sosyal Barışı Sağlamakla İlgili Ayet ve Hadisler. Aileden başka bir birlikteliğimiz vardır ki; aile kadar önemli bir birlikteliktir. Bu da toplum birlikteliğidir. Toplumumuzda yaşayan bütün insanlar için birlik ve beraberliği sağlamak üzerimize düşen vazifelerdendir. Bu vazifeyi gerçekleştirmenin en önemli yolu ise insan haklarına saygı duymaktır. İnsan hakları, diline, dinine, ırkına cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne ve rengine bakılmaksızın insana insan olduğu için tanınan hakların genel adına denmektedir. Bütün canlıların elde ettiği en temel hakların başında yaşam hakkı gelmektedir. Yüce dinimiz yaşam hakkına önem vermiştir. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmaktadır. يَٓا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ “Ey İman edenler, Hep birlikte barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o apaçık düşmanınızdır.” İslam dini barışa çok önem vermiştir. Cihad ancak mecbur kalındığında savunma amaçlı yapılır. Bu konuyla ilgili birkaç ayette Yüce Allah şöyle buyurmuştur وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ “ -Eğer onlar barıştan yana olurlarsa, sen de barıştan yana ol! Ve Allah’a güven. Çünkü işiten ve bilen O’dur.” وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ “-Allah, selamet yurduna çağırıyor ve dilediğini de doğru yola hidayet ediyor.” لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “-Onlar için Rableri katında selâmet yurdu vardır. Yaptıkları iyi amellerden dolayı, Allah onların dostudur.” فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُٓوا اِلَى السَّلْمِۗ وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَۗ وَاللّٰهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَتِرَكُمْ اَعْمَالَكُمْ “ -Sakın gevşemeyin ve üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O sizin amellerinizi eksiltmeyecektir.” İslam dini, dünyada kötü niyetli kimselerin varlığını gözden uzak tutmamış; onlarla en güzel bir şekilde mücadele edilmesini tavsiye ederek kötülüğün yayılmasını engellemeye çalışmıştır. وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle. O zaman sana düşmanlık eden kimse candan bir dost gibi olur.” مَن قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعاً وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعاً. “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldür-müştür. Her kim de birini hayatını kurtararak yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” ……. وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ ……. ﴿177﴾ 177 – …………. Fakat asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal vermektir…..” Yine konumuzla ilgili bir başka ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyur-maktadır ….. وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ …..36﴾ 36 – ……… Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. …..” وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يرًا ﴿26﴾ 26 – Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma..” Yine konumuzla ilgili bir başka ayet-i kerimede ise, karşılıklı olarak sürdürülmesi gereken bu beşeri ilişkilerin, meşru münasebetler çerçevesinde ve yardımlaşma ile olması istenmektedir. Allah şöyle buyurur وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْعَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ “İyilik ve Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın.” Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in yetmiş üç ayetinde yer alan “Allah yolunda infak” tabiri de dinin ve insanlığın yararına olan her türlü meşru harcamayı kapsamaktadır. Yine İslâm dini, sadece arz edilen türden ve benzeri uyarılarıyla yetinmemiş, bir taraftan meşru ölçüler içinde dayanışmayı teşvik ederken, diğer taraftan da toplumlar için en ideal yaşam ortamını sağlayıcı ilkeler ve kurallar getirmiştir. Örnek verirsek, kendi yakın çevre komşusunun halinden haberdar olmayan veya bu konuya ilgisiz kalan ve bir müslüman’dan uzak çevrede meskûn müslü-manlara karşı ilgi beklenmesinin kuru bir hayalcilik olacağı herkesçe malûmdur. Peygamber bu konuyla ilgili bir hadiste şöyle buyurmuştur لَيْسَ مِنَّا مَنْ بَاتَ شَبْعَانَ وَجَارُهُ جَائِعٌ. “Komşusu aç iken rahatlıkla tıka basa mide doldurup geceleyen kimse bizden değildir.” عن أبي شريح أن النبي صلى الله عليه و سلم قال والله لا يؤمن والله لا يؤمن والله لا يؤمن . قيل ومن يا رسول الله ؟ قال الذي لا يأمن جاره بوائقه عن أبي هريرة [ ش لا يؤمن لا يكمل إيمانه . يأمن من الأمان وهو السلامة من الشيء بوائقه جمع بائقة وهي الظلم والشر والشئ المهلك . [ انظر مسلم الإيمان باب بيان تحريم إيذاء الجار رقم 46 ] Ebû Şureyh’ten rivâyet edildiğini göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur “ Vallâhi imân etmiş olmaz, Vallâhi imân etmiş olmaz, Vallâhi imân etmiş olmaz.” Kim imân etmiş olmaz. Yâ Resûlellâh? diye sordular. –“ Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse!” buyurdu. Müslim’in bir rivâyetine göre ise “ Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse cennete giremez.” buyurdu. Müminleri bir bedene benzeten İslâm, herhangi bir uzvun rahatsızlığını bütün vücudun paylaştığı gibi, başkalarının uğradıkları musibetlerin de, el ve gönül birliğiyle paylaşılmasını öngörmüştür. İnsanoğlu yaşamı tek başına geçirebilecek bir şekilde yaratılmamıştır. Bunun aksine insan sosyal bir varlıktır ve kendisinden başka bir varlığa, hele hele bir başka insana muhtaçtır. Nitekim “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” atasözümüz bu hususu ne kadar da güzel vecizeleştirmiştir. Bu muhtaçlık ise, sadece maddî alanlarda değil manevî alanlarda da söz konusudur. Nasıl ki, kendimizde bulunmayan maddî bir şeye ihtiyaç duyuyorsak, sevgi, muhabbet, dostluk, vb. gibi manevî alanlarda da bir başka insana ihtiyaç duymaktayız. عن أبي هريرة رضي الله عنه ، قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لاَ تَحَاسَدُوا ، وَلاَ تَنَاجَشُوا ، وَلاَ تَبَاغَضُوا ، وَلاَ تَدَابَرُوا ، وَلاَ يَبِعْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَيْعِ بَعْضٍ ، وَكُونُوا عِبَادَ اللهِ إِخْوَانًا ، رواه مسلم Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurmuştur “Birbirinize sırt çevirmeyiniz, birbirinize buğz etmeyiniz, birbiri-nizi kıskanmayınız, ey Allah’ın kulları kardeşler olunuz.” Sevgili Peygamberimizde birçok hadislerinde inanalar arasında bulunan kardeşliği ve bu kardeşliğin gereksinimlerini şöyle ifade etmektedir. İbnu Ömer’den rivâyet edildiğine göre Resulullah buyurdular ki المسلمُ أَخــو المسلم لا يَظلِمُه ولا يُسْلِمُهُ . ومَنْ كَانَ فِي حاجةِ أَخِيهِ كانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ، ومنْ فَرَّجَ عنْ مُسلمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنه بها كُرْبةً من كُرَبِ يومَ القيامةِ ، ومن سَتَرَ مُسْلماً سَتَرَهُ اللَّهُ يَومَ الْقِيامَةِ “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.” عَنْ أَنَسٍ ، أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قَالَلاَ تَبَاغَضُوا ، وَلاَ تَحَاسَدُوا ، وَلاَ تَدَابَرُوا ، وَكُونُوا عِبَادَ اللهِ إِخْوَانًا ، وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِ لَيَالٍ. Bir başka hadiste “Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslüman’a, üç günden fazla din kardeşi ile dargın durması helal olmaz.” Rezin bir rivayette şunu ilave etti “Kim, hakkı sübut buluncaya kadar mazlumla birlikte otursa, ayakların kaydığı günde Allah onun ayağını Sıratta sabit kılar.” gibi peygamberimiz din kardeşliğinin önemini ısrarla dile getirmişlerdir. عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ نَفَّسَ عَنْ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا نَفَّسَ اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الآخِرَةِ، وَمَنْ سَتَرَ عَلَى أَخِيهِ سَتَرَ اللَّهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ، وَاللَّهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ» Ebu Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Resulullah buyurdular ki “Kim bir mü’minin dünyevi kederlerinden birini giderirse, Allah da onun kıyamet günü kederlerinden birini giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve ahirette kolaylık gösterir. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da dünya ve ahirette onu n kusurunu örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır. Ayrıca dinimiz ilim öğrenmenin önemine de işaret etmiştir. عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ قَالَ فَإِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- يَقُولُ مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَطْلُبُ فِيهِ عِلْمًا سَلَكَ اللَّهُ بِهِ طَرِيقًا مِنْ طُرُقِ الْجَنَّةِ وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِى السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِى الأَرْضِ وَالْحِيتَانُ فِى جَوْفِ الْمَاءِ وَإِنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ وَإِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ وَإِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ ». Ebu Derdâ’dan rivâyet edildiğine göre Resulullah buyurdular ki “Bir kimse ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmamışlar; sadece ilmi miras bırakmışlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur.” عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، أَنَّهُ قَالَ ” الدِّينُ النَّصِيحَةُ “، قُلْنَا لِمَنْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟ قَالَ ” لِلَّهِ ، وَلِكِتَابِهِ ، وَلِرَسُولِهِ ، وَلأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ “”الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يَخْذُلُهُ وَلَا يَحْقِرُهُ. الْمُؤْمِنُ مَرْآةُ أَخِيهِ ، وَالْمُؤْمِنُ أَخُو الْمُؤْمِنِ ، يَكُفُّ عَلَيْهِ ضَيْعَتَهُ ، وَيَحُوطُهُ مِنْ وَرَائِهِ Ebu Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Resulullah buyurdular ki “Din nasihatten hayır istemekten ibarettir!” Yanındakiler sordu “Kimin için ey Allah’ın Resulü?” “Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların imamları ve hepsi için! Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Herbiriniz, kardeşinin ayinesidir, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan gidersin.” حدثنا مسدد حدثنا سفيان عن عاصم الأحول قال سمعت أنس بن مالك يقول حالف رسول الله صلى الله عليه وسلم بين المهاجرين والأنصار في دارنا فقيل له أليس قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لا حِلْفَ في الإسلاَمِ فقال حَالَفَ رسول الله صلى الله عليه وسلم بَيْنَ المهاجرين والأنصار في دَارنا مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا. Asım el-Ahvel’den Hz. Enes “Sana Resulullah “İslam’da dayanışma akdi hılf yoktur!” dediği ulaştı mı?” diye sordum. Şu cevabı verdi. “Kureyş’le Ensar arasında, benim evimde dayanışma antlaşması yaptı.” Ebu Davud’un rivayetinde “Resulullah, bizim evde Ensarla Muhacir arasında iki veya üç kere dayanışma akdi yaptı.” şeklindedir. حديث مرفوع حَدَّثَنَا مَرْوَانُ ، حَدَّثَنَا حُمَيْدٌ ، قَالَ قَالَ أَنَسٌ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ” اُنْصُرْ أَخَاكَ ظَالِمًا أَوْ مَظْلُومًا ” ، قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ نُصْرَتُهُ مَظْلُومًا ، فَكَيْفَ أَنْصُرُهُ ظَالِمًا ؟ ، قَالَ ” تَمْنَعُهُ مِنَ الظُّلْمِ ، فَذَلِكَ نُصْرَتُكَ إِيَّاهُ ” . Enes b. Malik’ten rivâyet edildiğine göre Resulullah buyurdular ki “Kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et.” “Mazlumsa yardım ederim, zalim nasıl yardım ederim?” diye sorulmuştu. “Onu zulümden alıkoyarsın, bu da ona yardımdır.” buyurdu. عَنْ أُمِّ الدَّرْدَاءِ عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَنْ رَدَّ عَنْ عِرْضِ أَخِيهِ رَدَّ اللَّهُ عَنْ وَجْهِهِ النَّارَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ قَالَ هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ Ebu’d-Derdâ’dan rivâyet edildiğine göre Resulullah “Kim kadre-şinın ırzını mudafaa ederse, kıyamet günü Allah, onun yüzünden ateşi çevirir.” – وعن أَبي موسى الأشعري رضي الله عنه قَالَ كَانَ النَّبيّ صلى الله عليه وسلم إِذَا أتاهُ طَالِبُ حَاجَةٍ أقبَلَ عَلَى جُلَسَائِهِ، فَقَالَ اشْفَعُوا تُؤْجَرُوا، وَيَقْضِي الله عَلَى لِسَانِ نَبِيِّهِ مَا أحبَّ». مُتَّفَقٌ عَلَيهِ. Ebu Musa’dan rivâyet edildiğine göre Resulullah , bir ihtiyaç taleb eden kimse gelince arkadaşlarına yönelir ve “Şefaat edin, ecir kazanın! Allah da Resulünün diliyle dilediğine hükmetsin!” derdi. عن أبي موسَى الأشعريِّ أن رسول الله قال إنَّ من إجلاَلِ اللهِ إكرامُ ذِي الشَّيبةِ المسلمِ ، وحَاملِ القُرآنِ ؛ غيرَ الغالي فيه ، ولا الجافي عنه ، وإكْرام ذي السُّلطانِ المُقسطِ حسنه الألباني. Ebu Musa’dan rivâyet edildiğine göre Resulullah buyurdular ki “Şu hususlar da Allah’ı büyüklemenin birer şubesidir Bir müslüman yaşlıya ikramda bulunmak. İçindekiyle amel hususunda ölçüyü aşmayan ve ondan uzaklaşmayan Kur’an hamiline hafızına ikramda bulunmak. Adil olan iktidar sahibine ikram.” Sosyal dayanışma ile ilgili Yunus Emrede şiirlerinde bizlere şöyle seslen-mektedir Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim, sevilelim Dünya kimseye kalmaz. 4. Gayr-i Müslimlerle Zimmîlerle İlgili Bazı Ayet ve Hadisler Dikkat etmemiz gereken haklardan biride din hakkıdır. Hangi dine inanıyorsa inansın hangi farklı görüşleri benimserse benimsesin hiçbir insan inandığı bir dinden diğerine geçmeye zorlanamaz. Kur’an-ı Kerim bu hususu bize şöyle hatırlatır. a Konuyla ilgili bazı ayetler لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ. 256 -Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.” لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ ﴿8﴾ اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “8- Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever. 9 – Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَاْمَنَهُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟. 6 – Eğer müşriklerden biri aman dilerse, ona aman ver. Ta ki, Allah’ın kelâmını dinlesin. Sonra onu güvenlik içinde olduğu yere kadar gönder. Çünkü bunlar gerçekten de bilgisiz bir kavimdirler. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَاْمَنُوكُمْ وَيَاْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُب۪ينًا۟ “ -Diğer birtakım kimseleri de bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak isterler. Fitne için her davet olunuşlarında onun içine baş aşağı dalarlar. Eğer bunlar sizden çekinmezlerse, kendilerini bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün. İşte bunlar aleyhinde size açık bir ferman verdik.” اَلَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ اِلَّٓا اَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللّٰهُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يرًاۜ وَلَيَنْصُرَنَّ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ. 40 – Onlar “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çok anılan mescidler elbette yıkılırdı. Şüphesiz Allah kendi dini ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok izetlidir her şeye galiptir.” اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلًا “ -Ancak o kimselere dokunmayın ki, sizinle aralarında anlaşma olan bir kavme sığınmış bulunurlar. Yahut ne sizinle, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı gönüllerine sığdıramayıp tarafsız olarak size gelmişlerdir. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı, onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak dururlar, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse, Allah, sizin için onlar aleyhine bir yol vermemiştir.” b Konuyla ilgili bazı Hadisler عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ أَلَا مَنْ قَتَلَ نَفْسًا مُعَاهِدًا لَهُ ذِمَّةُ اللَّهِ وَذِمَّةُ رَسُولِهِ فَقَدْ أَخْفَرَ بِذِمَّةِ اللَّهِ فَلَا يُرَحْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ وَإِنَّ رِيحَهَا لَيُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ سَبْعِينَ خَرِيفًا. Ebû Hüreyre’den Peygamberimiz şöyle buyurmuştur “Bir zimmîyi sorumluluk altına alınan kişi haksız yere öldüren cennetin kokusunu duyamaz. Halbuki onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyulabilir.” حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ الْمَهْرِيُّ أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ حَدَّثَنِي أَبُو صَخْرٍ الْمَدِينِيُّ أَنَّ صَفْوَانَ بْنَ سُلَيْمٍ أَخْبَرَهُ عَنْ عِدَّةٍ مِنْ أَبْنَاءِ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ آبَائِهِمْ دِنْيَةً عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ أَلَا مَنْ ظَلَمَ مُعَاهِدًا أَوْ انْتَقَصَهُ أَوْ كَلَّفَهُ فَوْقَ طَاقَتِهِ أَوْ أَخَذَ مِنْهُ شَيْئًا بِغَيْرِ طِيبِ نَفْسٍ فَأَنَا حَجِيجُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ . Safvân b. Selim’den rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur “Kim bir muahide/zımmîye zulmeder veya gücünün üstünde bir iş yükler ya da zorla ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım.” أَلاَ مَنْ ظَلَمَ مُعَاهِدًا أو كَلَّفَهُ فَوْقَ طَاقَتِهِ فأنَا خَصْمُهُ يَومَ القِيَامَةِ. Peygamberimiz başka bir hadiste şöyle buyurmuştur “Kim bir zimmiye zulmetse veya gücünün üstünde bir mükellefiyet yüklese, ben onun hasmıyım.” Zimmîler, Allah’ın zimmeti altında oldukları için zimmî denmiştir. Bu konuda Peygamberimiz sav’in şöyle dediği rivayet edilmiştir قال رسول الله صلى الله عليهِ وسلّم مَنْ آذَى ذِمِّيًّا وليس فيه مُعَاهِدًا ! فأنا خَصْمُهُ ، ومَن كنتُ خَصْمُهُ خصمتُه يوم القِيَامَةِ. Peygamberimiz konuyla ilgili başka bir hadiste şöyle buyurmuş-tur “Kim bir zimmîye eziyet ederse ben onun davacısıyım. Ben kime bu dünyada davacı olursam, kıyamet gününde de davacı olurum.” قال رسول الله محمد صل الله عليه وعلى آله وصحبة وسلم يوصي الجيش في غزوة مؤته أوصيكم بتقوى الله وبمن معكم من المسلمين خيراً، إغزوا باسم الله تقاتلون في سبيل الله من كفر بالله، لا تغدروا ولا تغلوا ولا تقتلوا وليداً ولا امرأة ولا كبيراً فانياً ولا منعزلاً بصومعة ولا تقربوا نخلاً ولا تقطعوا شجراً ولا تهدموا بناءً». Resulullah ordusunu savaşa gönderirken şöyle tembih ederdi “Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz. İnsanların organlarını kesmek suretiyle işkence yapmayınız. Çocukları, manastırlarda oturan din adamlarını öldürme-yiniz.” Cüheyneli bir adamın rivâyet ettiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Olur ki siz bir toplumla savaşırsınız. Canlarını ve çocuklarını kurtarmak için sizinle malları ile barışa kalkışırlar. Bunun üzerine onlara ilişmez ve barış yaparsınız işte bundan sonra onlara saldırmanız sözleşmede yazılanlar dışında bir şey almanız da doğru olmaz.” Peygamberimiz bir Yahudiden 30 dinar borç almıştı. Yahudi borç vadesinin bitmesine daha bir gün varken Peygamberimiz’in yanına gelip Ey Muhammed! Hakkımı öde! Zaten siz Abulmuttalib oğulları borcunuzun vaktini geçirir, uzatır durursunuz! dedi. Hz. Ömer ona “ Ey habis Yahudi! Vallahi, eğer Resulüllah’ın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım” dedi. Peygamberimiz Hz. Ömer’e “ Allah seni yarlıgasın ey Hafs’ın babası! Biz, senden bu davranıştan başkasını beklerdik Sen bana borcumu güzellikle ödememi söyleyecek, ona da, hakkının tahsilinde yardımcı olmakla birlikte, alacağını isterken daha nazik davranmasını tavsiye edecektin!?” buyurdu. Peygamberimiz bu derece uysal ve yumuşak davranışı, Yahudinin Peygamberimiz yumuşak huyluluğu hakkında Tevrat’tan edinmiş olduğu bilgiyi azaltmadı, artırdı. Peygamberimiz s.. Yahudiye “Ey Yahudi! Senin bendeki alacağının müddeti ancak yarın sabah dolacaktır!” buyurduktan sonra, Hz. Ömer’e “Ey Hafs’ın babası! Onunla birlikte bahçeye git! Beğenirse, ona şu kadar sa’ hurma ver ve hakkından biraz fazla da ver. Verirken, “sana şu kadar da fazla veriyorum’ de! Razı olmazsa, ona bahçeden şu kadar daha ver!” buyurdu. Yahudi bahçeye gidip hurmaları gördü ve onları beğendi. Hz. Ömer ona Peygamberimiz dediği kadar hurma verdi. Emir buyurulan fazlayı da ödedi. Yahudi, hurmaları teslim alınca “ Ben şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur! Muhamed de Allah’ın Resûlüdür!” dedikten ve Peygamberimiz aleyhisselâmın bütün sıfatlarıyla ve özellikle hilm yumuşak davranma sıfatıyla tavsif buyurulduğunu gördüğünü ve sırf bunu anlamak için ona bu şekilde davrandığını açıkladıktan sonra, Hz. Ömer’e “ Sen şahit ol ki; bu hurma ile birlikte, malımın bir kısmını Müslümanların yoksullarından bir kısmına bağışladım” dedi. Yüz yaşlarında bulunan tek ihtiyar dışında, bütün ev halkıyla birlikte Müslüman oldu. Nitekim Sevgili Peygamberimiz hiçbir zaman zorla insanları İslam Dinine sokmak için çaba göstermemiş ve Yüce Ecdadımızda hiçbir zaman insanları dinlerinden dolayı baskı altına almamıştır. Bu sebeple bugün gerçekleştirilen din hakları ihlalinin temel nedeni asla İslam Dini olamaz. Aynı toplumda yaşadığımız insanlara karşı haset, kin, düşmanlık gibi Dinimizin yasakladığı çirkin davranışları bir tarafa bırakmalı, merhamet, şefkat, muhabbet, dostluk gibi güzel davranışları yaşantımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Çünkü Müslüman, başkalarının hakkına saygı gösteren ve insanlara zarar verecek davranışlardan sakınan kimsedir. İslam dini, müslümanlardan güvence alan gayr-i müslimlerin de canlarını, mallarını, inançlarını ve ırzlarını koruma altına almıştır. 5. Askerliğin, Nöbet Tutmanın ve Şehitlikle İlgili Bazı Ayet ve Hadisler a Konuyla ilgli bazı Ayetler. Dinimize göre yurdumuzu, canımızı, malımızı ve ırzımızı korumak için düşmanlara karşı her türlü silahı üretmemiz gerekir وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ ﴿60﴾ وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿61﴾ 60- Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah’ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratıl-mazsınız. 61 -Eğer onlar barıştan yana olurlarsa, sen de barıştan yana ol! Ve Allah’a güven. Çünkü işiten ve bilen O’dur.”. وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿154﴾ 154 – Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.” وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ ﴿169﴾ فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ. 169 – Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rab’leri katında rızıklanmaktadırlar. 170 – Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiç bir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.” b Konuyla İlgli Bazı Hadisler. Sehl radıyallahu anh’dan rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu عن سهل بن سعد رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال رِبَاطُ يَوْمٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا … “Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır…” Zeyd b. Hâlid radıyallahu anh’dan rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş مَنْ جَهّزَ غَازِياً في سَبِيلِ الله فقد غَزَا، وَمَنْ خَلَفَ غَازِياً في أهْلِهِ فَقَدْ غَزَا “Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat kendisi cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Kim cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılarsa, o da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır. ” Enes radıyallahu anh’dan rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur عَنْ قَتَادَةَ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَا مِنْ أَحَدٍ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا وَأَنَّ لَهُ مَا عَلَى الْأَرْضِ مِنْ شَيْءٍ غَيْرُ الشَّهِيدِ فَإِنَّهُ يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنَ الْكَرَامَةِ . صحيح مسلم ” Cennet’ e giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Yeryüzünde bulunan her şey orada da vardır. Ancak şehîd şehîdlik mertebesinin yüksekliğini gördüğü için dünyaya on kere dönüp her seferinde öldürülüp şehîd düşmeyi isteyecek-tir.” Süleym’den rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول مَنْ كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ قَوْمٍ عَهْدٌ فَلَا يَشُدُّ عُقْدَةً وَلَا يَحُلُّهَا حَتَّى يَنْقَضِيَ أَمَدُهَا أَوْ يَنْبِذَ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاءٍ» فَرَجَعَ مُعَاوِيَةُ بالناسِ”. “Bir kimsenin bir toplumla arasında bir antlaşma olursa süre bitinceye dek ya da karşı taraf antlaşmayı bozuncaya kadar antlaşma düğümünü ne sıksın ne de çözsün.” Ebû Saîd radıyallahu anhden rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur عَنْ أَبِى سَعِيدٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- لِكُلِّ غَادِرٍ لِوَاءٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرْفَعُ لَهُ بِقَدْرِ غَدْرَتِهِ أَلاَ وَلاَ غَادِرَ أَعْظَمُ غَدْرًا مِنْ أَمِيرِ عَامَّةٍ ». رَوَاهُ مُسْلِمٌ. “Kıyamet gününde verdiği sözde durmayan ve ahdini bozan her kişinin vefasızlık ve döneklik derecesi kadar yükseltilecek olan bir bayrağı vardır. Haberiniz olsun ki sözünde durmayan genel yönetici kadar dönek olan hiç kimse yoktur.” عبد الله بن عبد الرحمن بن أبي حسين أن رسول الله -صلى الله عليه وسلم- قال إن الله ليُدخِلُ بالسَّهم الواحد ثلاثة الجنّةَ صانِعَهُ يَحتَسبُ في صنعته الخير ، والراميَ به، والمُمدَّ به ، وقال ارمُوا واركَبُوا ، ولأن ترموا أحبُّ إليَّ من أن تركبوا ، كلُّ ما يَلهُو به الرجل المسلم باطل ، إلا رمْيه بقوسه ، وتأديبه فرسَه ، وملاعبته أهلَه ، فإنهن من الحق ». أخرجه الترمذي هكذا مرسلا. Abdullah b. Abdurrahman b Ebi’l-Hüseyn radıyallahu anh’dan rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur “Allah tek bir ok sebebiyle tam üç kişiyi cennete koyar Sevap umarak onu yapanı onu kullanıp atanı ve atana yardım edeni, Atın ve ata binin! Bence atış yapmanız ata binmenizden daha sevimli ve iyidir. Her eğlence boştur. Övgüye lâyık olan oyunlar ise üç tanedir Kişinin atını eğitmesi, hanımıyla oynaşması, yay çekip ok atması ve sonra atılan okları toplaması. Çünkü bunlar Haktandır. Kim öğrendikten sonra atışı bırakırsa, bir nimeti terketmiş olur” Sonuç Özetle diyebiliriz ki; İslam dini birlik ve beraberliğe çok büyük önem vermiştir. Öncelikle insanlar arasındaki kardeşliğe, fikir hürriyetine, dil ve kültür serbestliğine aile fertleri arasındaki sosyal ilişkilerle; komşular arasındaki sosyal ilişkilere; zimmî hukukuna riâyet etmeye, İslam ülkesinde yaşayan gayr-i Müslimlerin zimmîlerin can, mal, ırz ve inanç hürriyetlerini korumaya önem vermiştir. Ayrıca gerektiğinde yurdu, ırzı, dini ve malı korumak için cihadın gerekliliğine ve şehitlerin derecelerinin üstünlüğüne işaret etmiştir. Dinimiz, sosyal güvenliği sağlamak için çok sayıda tedbirler almıştır Zekât, öşür, fitre, kurban, keffâret, diyet, nafaka, mevlid, iftar yemekleri, imârethâne, aşevleri, vakıf vs. gibi bağlayıcı tasadduk ve infak yollarıyla, köklü çözümler getirmiştir. Ayrıca Dinimiz, bireylerin sağlığına zararlı olan ve toplumun huzurunu bozan çok sayıda zararlı şeyleri yasaklamıştır Örneğin adam öldürme, bölünüp parçalanmaya ve fitne ve fesada sebep olan yalan, gıybet, koğuculuk, iftira, haset, rüşvet, kayırma, zulüm etmeyi, içki, kumar, zina, fâiz, alaya almak, iki yüzlülük, koğuculuk su-i zan, kibir, bencillik vb. çirkin ahlakî davranışları, müslümanalrın birbiriyle savaşmalarını, ana-babaya isyân gibi kötülükleri yasaklamıştır. B İ B L İ Y O G R A F Y A Kurân-ı Kerîm. Abdülbakî, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, İstanbul, 1984. Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-hafâ’, I-II, nşr. Ahmed el-Kelâş, Beyrut, 1985. Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-VI, Beyrut, 1985. Ahmet Özer; “Gayr-i Müslim” DİA, XIII, İstanbul, 1996. Baltacı Cahit, İslam Medeniyet Tarihi, İstanbul, 2006. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kilise Defterleri, Kamame Defteri, No 8. Belâzûrî, Ahmed b. Yahya el-Bağdâdî, Futûhu’l-büldân, I-II, Kahire, 1319/1901. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed el-Hüseynî, es-Sünenü’l-kübrâ, I-X, Beyrut, 1355/1936. Buhârî, Muhammed b. İsmail, el-Câmi’u’sahîh, I-VII, Beyrut, 1419/1990. __________, el-Edebu’l-müfred, thk. Muhammed Abdulkâdir Atâ, Beyrut, 1990. ed-Dârekutnî, Ali b. Ömer, Sünen, I-Iv, thk. Seyyid Abdullah Hâşim el-Yemânî el-Medenî, Kahire, 1966. Ebu-l A’la-El-Mevdudi, İslamda Devlet Nizamı, Hilal Yayınları, 1967. ed-Dârimî, Ebu Muhammed Abdillah b. Abdirrahman, Sünenü’d-Dârimî, I-II, İstanbul, 1984. Ebû Dâvûd, Süleymân b. Eş’as es-Sicistânî, Sünen, I-IV, İstanbul, 1981. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 2011. Ebu Yusuf, Kitabu’l-Harac, Matbaatu’s Selefiye, 1397 h. Kahire, Fahreddin-i Razi, et-Tefsiru’l-kebir, …… Gazzâlî, İhyau Ulûmü’d-din, I-VI, Beyrut, 1975. el-Hakim, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillah en-Neysâburî, el-Müstedrek ala’s-Sahîhayn, I-IV, Beyrut, 1335/1908 Heysemî, ……. Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, …………. Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku’s-siyâsiyye,……… Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi, Trc. İsmail Yiğit ve diğerleri İstanbul, ……… İbnul Esir, İslam Tarihi El-Kamil fi’t-tarih, ……………. İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, es-Siretü’n-Nebeviyye, Daru’t-Turasi’l-Arabiyye, Beyrut, 1396/1971, İbnu’l-Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye fi’t- târih, Beyrut, ……, İbn Kesir, es-Sire, ………… İbnu Sa’d, et-Tabakâtu’l-kübrâ, I-VIII, Beyrut, 1388/1968.. İlber Ortaylı; “Osmanlı İmparatorluğunda Millet Sistemi” Türkler, ………. İslam Ansiklopedisi; “Zimmet” maddesi, XIII, İstanbul 1993, Kehhâle, Ömmer Rıza, A’lâmunnisâ, I- IV, Beyrut, 1402/1982. Karal, E. Ziya, Osmanlı Tarihi, I- VIII, İstanbul, 1995. Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, I-XVIII, Beyrut, 1405/1985. el-Makarrî, Ahmed b. Muhammed et-Tilimsânî, Nefhu’t-tîb min gusni’l-endelüs er-Ratîb, I-X, Mısır, 1949. Mehmet Âkif Köksal, İslam Tarihi, ………… Meydan Larrousse, I-XXVIII, İstanbul, 1969. Mümtaz AYDIN, Sızıntı, Aralık 2003 Yıl 25 Sayı 299; Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, Sahih-i Müslim, Beyrut, 1986. Nejat Göyünç; “Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler” Türkler, Ankara, 2002 en- Nevevî, Ebu Zekeriya, Yahya b. Şeref, el-Minhâc şerhu’l-Müslim, I- XVIII, Beyrut, 1987. Orhan Atalay, Doğu Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, ……….. Râğib es-Sercânî, el-Mevsû’atü’l-müyessere fî târîhi’l-islâm, Yedinci baskı, Ebril, 2007, Serahsî, Siyer, ……………… Taberi, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu’l-Umem ve’l_mulûk, Beyrut, 2012. et-Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünenü’t-Tirmizî, I-VIII, Beyrut, 1985. Türk Ansiklopedisi, I- XX, Ankara, 1974. Ufuk Gülsoy, “Cizyeden Vatandaşlığa; Osmanlı Gayr-i Müslimlerinin Askerlik Serüveni” Türkler, ……………. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, VIII, İstanbul, 1974. Ünlü, Nuri, İslam Tarihi, MİFAV., İstanbul, ……. Vâkıdi, el-Meğâzî, ……………. Yurdagül Mehmetoğlu, Tanzimat Sonrasında Okuldu Din Eğitimi, İstanbul, 1998. Yusuf Ziya Keskin, Nebevi Hoşgörü, …………. Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-nübelâ, I-XXV, Beyrut, 1985. Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm, I-VIII, Beyrut, 1985. Ziya Kazıcı, “Osmanlılarda Hoşgörü” Türkler, …………..
Vehhabi=Selefi gibi akımlar Allahu Teala’nın dostunun olamayacağı, Allah’ın bütün müminlerin dostu olduğunu, bir kimsenin “Allah dostu, evliyaullah, veliyullah” gibi vasıflarla anılamayacağını iddia ederler. Bu yazımızda bunlara cevap vereceğiz… Öncelikle şu hususun altını çizmek istiyoruz. Eğer iman edenler arasında inanç ve maneviyat bakımından fark bulunmayacak olsaydı onlar sahabeler olur, hepsi Resulüllah’ın huzurunda olduğu için eşit olurlardı. Ancak onlarda bile derece bakımından farklılıklar vardır. Bunun en açık misali Hazreti Ebubekir hakkında varid olan hadis-i şeriftir. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşlardır “Eğer, Ebu Bekr’in imanı, bütün halkın/insanların imanı ile muvazene edilse/karşılaştırılsa, Ebu Bekr’in imanı daha ağır gelecektir.”Tuhfetu’l-Ahvezî, 7/298-Şamile, Kenzu’l-Ummal h. No 35614 Sahavî, bu hadisin sahih olduğuna işaret etmiştirbk. el-Mekasıdu’l-hasane, 1/555 Dolayısıyla insanların Allahu Teala’ya olan yakınlıkları arasında farklar vardır. İşte bu konudaki bazı delillerimiz… DOSTLUK İKİYE AYRILIR Allah’u Teala’nın kulları ile olan dostluğu ikiye ayrılır. 1- Hususi dostluk 2- Umumi Dostluk 1- UMUMİ DOSTLUK Bu dostluk bütün iman edenleri kapsamaktadır. Kur’an-ı kerimde bir çok ayeti kerimede bu dostluktan behsedilmektedir.. Onlardan bazıları şöyledir “…Allah iman edenlerin dostudur….” Bakara 257 “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.” Maide 55 Bunlar ve benzeri ayetlerde müminlerin Allahu Teala’nın dostu olduğu vurgulanır. Evet, bütün müminler Allahu Teala’nın dostudur ancak her mü’minin dostlukta derecei ve sevgi seviyesi bir değildir. Ancak bu, bütün herkesin aynı derecede olduğu anlamına gelmez. 2- HUSUSİ DOSTLUK Mesela peygamberlerden Hazreti İbrahim Aleyhisselam Halilullah makamına layık görülmüştür. “… Allah İbrahim’i Halil dost edindi.” Nisa 125 Halil kelimesi “veli” kelimesine nazaran daha büyük ve derin manalar içermektedir. İbrahim Aleyhissam’a has bir makamdır. Dolayısıyla Peygamberler arasında bile sevgi ve teslimiyet bakımından Allahu Teala’ya yakınlık farkı vardır. Müminlerin farkına gelince mesela Enfal Ssuresindeki şu ayet bu konuda delildir “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.”Enfal 2 Ayeti kerimde Allahu Teala’nın anıldığı zaman kalpleri ürperen, titreyen mü’minlerden bahsedilmektedir. Sizinde kendinizden kıyas yapacağınız üzere bu herkeste bulunmayan bir makamdır ancak ayeti kerimeye göre bu dereceyi elde edenlerin olduğu bir makamdır. Demek ki Allahu Teala’nın ayetleri veya adı anıldığı zaman kalpleri ürperen, titreyen, inanç kuvveti bakımından derecesi artan müminler vardır. Ve bu mü’minler derece olarak çok üstündürler… Buradan anlaşılıyor ki her mü’min inanç kuvveti ve maneviyat bakımından bir değildir. Peki, mü’minler arasında Allahu Teala’ya yakınlık bakımından fark var mıdır? SADIKLARDAN AYRILMAYIN Allah’ın hususi dostlarına delil teşkil eden başka bir ayeti kerime şudur “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun.” Tevbe 119 Allahu Teala, iman eden kullarına “sadıklarla” beraber olmalarını emrediyor. Yani hepiniz sadıklarsınız demiyor, sadıklardan ayrılmayın buyuruyor. O halde her iman eden kişi sadıklardan değildir ve “sadık” olmak Allahu Teala katında, Müslümanlara kendisiyle beraber olunmasını emredeceği kadar önemli bir makamdır. Peki, Allahu Teala’nın onlarla beraber olmamızı istediği “sadıklar” kimlerdir. Sadık Dost, dost olan, tasdik edici, doğruyu söyleyen manalarına da gelse de Arapçada daha çok “dost” manasında kullanılmaktadır. Sadık, Allahu Teala’nın emirlerine sarılmakta ve nehiylerinden kaçınmakta samimi, halis bir niyet taşımak ve dosdoğru olmak, Allah’a ve Resulüne kayıtsız, şartsız itaat etmek ile Allah’a ve Resulüne dost olan demektir. Hazreti Ebubekir Radıyallahu anh da bu vasıfların kendisinde fazlaca toplanması nedeniyle Peygamberimiz tarafından “Sıddık” künyesi ile künyelenmiştir. Sıddık kelimesi de “sadık” kelimesinin ziyadesiyle ifade edilmiş halidir.… Demek ki “Sadık” makamına ulaşan insanlar, “Sıddık” olan Hazreti Ebubekir’in makamından bir pay sahibidir. Ve bir bağlantı vardır. Bu bağlantı da imanın derecesinden kaynaklanmaktadır. İşte bu kimseler Allah dostlarıdır… Allahu Teala’ya olan yakınlıkları sebebiyle “sadık” kimseler olarak nitelendirilmişlerdir. “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve Salihlerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” Nisa 69 Yine görüldüğü üzere bu ayeti kerimede “sıddıklar” Peygamberlerden sonra ve en büyük mertebeyi kazanan “şehitlerden” önce zikredilmiştir. ONLAR HAKKIYLA KORKAR ve SAKINIRLAR Allahu Teala Bakara 257’de “Allah iman eden dostudur” ifadesiyle umumi dostluğunu açıkladıktan sonra hususi dostlarını beyan etmek üzere Yunus Suresinde buyuruyor ki “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır.” Yunus 62, 63, 64 Görüldüğü üzere bu ayetlerde de Allah’ın dostlarından bahsediliyor ancak “iman” ile birlikte “takva” ifadesi de kullanılıyor. Ve onlara korku olmayacağının, üzülmeyeceklerinin ilahi bir garantisi veriliyor. Dolayısıyla bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki, Allahu Teala kendisine iman eden kulları umumi olarak bir dostluk vermiş ise de kendisinden hakkıyla sakınan, amel ve ibadette, zikir ve tefekkürde O’nun rızasını ve sevgisini kazananlara da hususi dostluk vermiştir. Tefsir-i Kebir’de bu konu şöyle açıklanmaktadır “Veli”nin kim olduğu meselesini, hem Kur’ân, hem hadis, hem eser, hem de akıl gösterir. Bunun Kur’ân’dan delili,Hak Teâlâ’nın bu ayetteki “Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır” beyanıdır. İman etmek” kelimesi nazarî kuvvetin {tefekkür kuvvetinin mükemmelliğine, “takvaya ermek” tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, itikad ve amelin toplamına hamledilmesidir. Sonra biz “velî”yi, bütün bu hususlarda ittikâ sahibi olarak tavsif ederiz. Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. Çünkü Allah’ın celâli, beşer aklının ihata edip kavrayamayacağı derecede yücedir. Binâenaleyh sıddîk, Allah Teâlâ’yı, celâl sıfatlarından bir sıfatla tavsif ettiğinde, Allah’ın kemâl ve celâlinin, kendisinin bildiğine münhasır olmasından tenzih eder. Yine o, Allah’a ibadet ettiğinde Allah’ı, böylesi bir hizmet ve ibadete layık olmaktan tenzih eder. Yani O’nun pek çok mükemmel tarzda yapılacak ibadetlere müstahak olduğunu düşünür. Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamında olmuş olduğu sâbıt olur. İştikak ilminde, vâv, lâm ve yâ harflerinin terkiblerinin yakınlık manasına delâlet ettiği ortadadır. Dolayısıyla, herşeyin “velî”si, O’na yakın olan demektir. Allah’a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ’yı bilmenin nuruna garkolduğunda olur. Bu kimse, baktığında, Allah’ın kudretinin delillerini görür; dinlediğinde Allah’ın ayetlerini dinler; konuştuğunda, Allah’ı sena eder; hareket ettiğinde, Allah’a kulluk ve hizmet için hareket eder, çalışıp çabaladığında, Allah’a taat için çalışıp çabalar. İşte bu şekilde de, Allah’a son derece yaklaşmış olur. İşte bu şahıs, Allah’ın velîsidir. İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, “Allah imârı edenlerin velîsi yardımcısıdır. Onları karanlıklardan nura çıkarır” Bakara 257 buyurmuştur. Durumun da böyle olması gerekir. Çünkü yakınlık, ancak iki taraflı olur. GÖRÜLDÜKLERİ ZAMAN ALLAH HATIRLANIR Peygamber Efendimiz de Allah dostlarını tarif ederken şöyle buyurmuşlar “Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir180, No11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78 Evliyanın görülmesinde Allah’ı hatırlatan husus giydikleri cübbe ve sarık veya beyaz sakalları değildir. Onların görülmesiyle Allah’ın hatırlanıyor olması ruhani olgunlukları ve üzerlerindeki tecellinin eserindendir. Yoksa cübbe sarık takan milyonlarca kişi vardır. Ancak hepsinde aynı duygu yaşanmamaktadır. ALLAH DOSTU VELİ NASIL OLUNUR? Velinin çoğulu olan evliya, Allah dostu demektir. Peygamberler ruhlar âleminde İlâhi seçimle belirlendiğinden hiç kimse çalışarak peygamber olamaz ama evliyalık kapısı herkese açıktır. Bu nedenle nefsini aşıp seyr-i sülük eden mânevî yolda ilerleyen herkes evliya olabilir. Ancak evliya olmak, evliya anılarını ve kerâmetlerini dinlemek gibi hoş ve kolay değildir. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır “De ki “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Al-i İmran 31 Öncelikle Allah’a dost olmanın yolu, Peygambere itaat ve ittibadan geçer. Peygamberimize ittiba ise 6 cihetten ibarettir. Bunlar; amel, itikat, fiil, söz, zahiren ve batınen benzemektir. Yani Kur’an ve Sünnet yoluna sımsıkı sarılmaktır. Allah dostları Peygamber Efendimize şekil itibariyle benzeyip onun her türlü sünnetini eksiksiz yerine getirmeye çalışırlar. Amelleri, inançları, yaşayışları, sözleri Peygamber Efendimize muhalif olamaz. Bu yüzden Allah dostları dinin emirlerini yaşamanın asıl maksat olduğu düsturunu “Şeriat, kerametten evladır” sözü ile dile getirmişlerdir. Bir kimse havada uçsa, ağzıyla kuş tutsa, suda yürüyüp okyanusları aşsa Kur’an ve Sünnete muhalif bir hayat yaşıyorsa hiçbir değeri yoktur Allah katında. NEFİS TERBİYESİ Allah’ın Celle Celaluhu hususi dostu olabilmek için Şeriatı eksiksiz yaşamak yeterli değildir. Bunun için kalpte bulunan dünyalık sevgileri, masivaları temizlemek, nefsi terbiye edebilmek gereklidir. “Senin en büyük düşmanın, iki yanının arasında olan nefsindir.” Beyhaki, ez-zühd, No345, sh190; Deylemi, Müsnedül Firdevs No 5248, 3/408 “Cihadın en üstünü, kişinin Allah’u Teala uğrunda nefsi ve arzusuyla cihat etmesidir.” İbn-i Neccar, Deylemi, Ali el-Müttaki, kenz’ul- Ummal, No 11262, 11265, 4/439-431 Nefsin ise dereceleri vardır. Evliyalar başlangıçta Nefs-i emmârenin şehvet, gazab öfke, kin, kibir, hased, onur, benlik ve dünya tutkusu gibi baskılarından kurtulup, Nefs-i levvâme’nin tevbe makamına ulaşmak için, Yıllarca nefisleri ile kıyasıya cihad eder ve ruhsal açıdan güçlenmeye çalışırlar. Bu yolda başarı sağlamak için bir yandan ruhun gıdası olan Zikrullah’a devam ederken, diğer yandan nefsin gıdasını kesmek için doyasıya yemez, kana kana su içmez, gaflet uykusuna dalmaz, gereksiz yere konuşmaz, kahkaha ile gülmez ve bir an ölümü, kefeni, tabutu ve mezarı unutmazlar. Bu yolda çok elenenler olur ve bu uzun maratona dayanamayıp yarıştan çekilenler de olur. Ancak yılmadan ve geri adım atmadan mânevî yolculuğa devam edenler, kuşkusuz Nefs-i levvâme denilen kendini kınama yani tevbe makamına ulaşırlar. Tevbe makamında tüm günahlardan arınıp gönülleri İlâhi nurla dolunca, dünyaya yeniden gelmiş gibi çok farklı bir hayata kavuşur ve ibâdetlerin tadını almaya başlarlar. Artık gönülleri uyanık, uykuları hafif, rüyaları gerçek, kalpleri huzurlu ve bedenleri hafif olur. Gerçi şeytan da boş durmaz ve görevini ihmal etmez. Kerâmet ve mânevî makamlar hayali ile bunları oyalamaya ve yoldan alıkoymaya çalışır ama Allah’ın rızası dışında başka bir amaçları olmayanlar, şeytanın hilelerine aldanmaz, ihlâs ve samimiyetle mânevî yolculuğa devam edip Nefs-i mülhime denilen ilham makamına ulaşırlar. Nefs-i mülhime aşk, cezbe, ilham, rûhanî zevk ve mânevî feyizlerle dolu çok tatlı bir makamdır. Bu makama gelenlerin içleri nur gibi parlayıp gönülleri meleklerle uyum sağlayacak yapıya ulaşınca, ilhamlar, ledünnî ilimler gelmeye ve bazı gizli sırlar açılmaya başlar. İhlâs ile mânevî yolculuğa devam edenler ve bu makamı da aşanlar Nefs-i mutmeinne denilen itminan, sükûn makamına ulaşınca, artık nefsin baskısından kurtulur ve mânevî huzura kavuşurlar. Bu makam, îman, istikrar, huzur, sükûn, takvâ, kerâmet ve gerçek velâyet evliyalık makamı olduğundan, bu makama ulaşan evliyalar dünya, âhiret sevdasından geçer, gece, gündüz ümmet-i Muhammed’e dua eder ve onları ancak Allah’ın zikri tatmin eder. “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” Rad 28 Allahu Teala nefsi mutmain olan Allah’ın dostluğuna kavuşan kullarını şu şekilde beyan etmektedir “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına gir, Cennetime gir.” Fecr 27,28,29,30 Tefsir-i Kebir’de şöyle anlatılmaktadır Nefs-i Mutmainne “Ey mutmain nefis, sen O’ndan razı O senden razı olarak, dön Rabbine” Fecr, 27-28.Bil ki Allah Teâlâ, dünyaya meyledenlerin halini anlatınca, Kendisini tanıma ve kulluğu yerine getirme yolunu seçenlerin, halini anlatmak için “Ey mutmain nefis…” buyurmuştur ki, bununla ilgili olarak şöyle birkaç mesele var İnsanın İhbar Manasında Kullanılması Bu ifadenin takdiri, “Allah, mü’min kuluna, “Ey o ruh, ey o can…” demiştir” şeklindedir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın ya, tıpkı Hz. Musa ile dünyada iken konuşması gibi, o kuluna bir ikram olsun diye, kuluyla bizzat konuşmasıdır, yahut da bir melek vasıtasıyla kuluna hitab etmesidir. Kafffil şöyle der “Her ne kadar bu hitap, zahiren bir emir ise de, mana bakımından bir haber cümlesi olup, takdiri, “Şüphesiz nefis mutmain olduğu zaman, Allah’a döner. Allah da ona, “Kullarım arasına, cennetime gir” der” şeklindedir.” İtmi’nan Ne Demektir? “İtmînân”, “karar kılma – sebat etme” demektir. Bu karar kılışın nasıl olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir 1 Nefsin ruhun, Hak ile içice yaşaması ve onu, hiçbir şek-şüphenin yenip, mahcup edememesi… Bu, “Fakat kalbim mutmain olsun diye bunu istiyorum” Bakara, 2/260 ayetinden anlaşılan Emîn, kendisine güvenen nefis, hiçbir korku ve kederin kendisini rahatsız etmediği bir candır. Bu tefsiri, Ubeyy b. Ka’b “Yâ eyyetuhe’n-nefsu’l-mutmainneh” şeklindeki kıraati da destekler. Bu hususiyet, nefse bazan ölüm esnasında, “Korkmayın, üzülmeyin. Cennetle müjdelenin müjdeler olsun cennet sizin” Fussilet, 41/30 hitabını duyduğu zaman; bunun ba’s diriliş esnasında ve hiç şüphesiz cennete girerken hasıl Aklın hakikatlerine de uygun bir tefsire göre şöyle diyebiliriz Hem nakli, hem de akli deliller, böylesi bir itminanın, ancak zikrullah ile meydana geleceğinde mutabıktırlar. Bu husustaki nakli delil, “Dikkat edin, ancak Allah’ın zikriyle kalbler mutmain olur” Rad, 13/28 ayetidir. Akli delil ise, şu iki şekildedir1 Aklî kuvvet, sebepler zincirinde yükselmeye başladığında, her ne zaman zatı gereği “mümkin” bir sebebe varıp ulaştığında, akıl, bu sebebin başka bir sebebi olduğunu bilir, dolayısıyla burada durmaz, aksine herşeyden, daha üst şeye geçip tırmanmaya devam eder. Derken bu tırmanış, ihtiyaçların son bulduğu, zaruretlerin nihayete erdiği, zatı gereği vacibü’l-vücûd olan o yüce varlığa varıp dayanır. Binâenaleyh ihtiyaçlar o yüce varlığın katında sona erince, akıl da orada durur ve O’na yönelir ve artık O’ndan başkasına geçmez-yönelmez. Binâenaleyh akli kuvvet her ne zaman, mümkin varlıklardan birine dikkat etse ve ona yönelse, o şeyin yanında karar kılması imkansız olur. Fakat akıl, vacibü’l-vücûd’un celaline bakıp, herşeyin O’ndan olduğunu anladığında ise, bundan başkasına geçmesi imkansız olur. Böylece itminan’ın ancak vacibü’l-vücûd’un zikri ile elde edilebileceği sabit Kulun sınırsız ihtiyaçları vardır. Allah’ın dışındaki herşey, Allah’ın imdadı müstesna, bekası ve kuvveti sonlu şeylerdir. Sınırsız-sonsuz olan ise, sonlu ile kuşatılamaz. Binâenaleyh kulun sınırsız ihtiyaçları karşısında, itminanın-istikrarın olabilmesi için, ancak Allah’ın sonsuz kemalinin bulunması gerekir. Böylece marifetullahı, Allah’dan başka bir maksad ile tercih eden hiçbir kimsenin mutmain olamayacağı; onun nefsinin de, nefs-i mutmainne olamayacağı; ama marifetullah’ı, başka şey için değil, ancak O’nun için isteyenin nefsinin ise, “nefs-i mutmainne” olacağı sabit olur. Böyle olan herkesin ünsiyeti Allah Sübhanehû ve Teâlâ ile, arzusu, Allah’a yönelik; bekası yine Allah ile, sözü Allah ile beraber olmuş olur. İşte bu sebeple de böylesi canlara, dünyadan ayrılırken, “Sen O’ndan razı, O, senden razı olarak dön Rabbine” denilir. Bu, insanın, ancak ilahi tefekkür kuvveti açısından veya tecrid ve tefridde yani insanlardan uzak, tek başına olmada kamil olduğunda faydalanabileceği bir sözdür. HER ALLAH DOSTU MÜRŞİD OLUR MU? Allah’a dost olmak ayrı bir konu, insanları ona ulaştırmak ayrı bir konudur. Yani herkes Üniversiteyi bitiren öğretmen olamadığı gibi her Allah dostu da mürit yetiştirecek, insanları manen Allah’a ulaştıracak bir mürşid olmaz. Bu ruhsal yeterlilik ve himmet ile alakalı bir durumdur. Gerçek bir mürşidin de yukarıda belirttiğimiz gibi Kuran ve sünnet yoluna sımsıkı bağlı olması ayriyeten kendisine icazet veren bir mürşidinin olması, bu silsilenin Peygamber Efendimize dayanması gerekmektedir. ALLAH DOSTUNU TANIYABİLİR MİYİZ? Allah dostlarının en büyük özelliklerinden birisi kendilerini gizlemeye çalışmaları ve tevazularıdır. Hiçbir Allah dostu “Ben Allah’ın dostuyum, erdim, ulaştım, kavuştum” demez. Bahusus İrşad vazifesi ile yükümlü olmayan Allah dostları bu sırları deşifre olunca bulundukları beldeyi terk etmeleri ile bilinirler. Çünkü halkın teveccühünden, iltifatlarından ve bu sebeple Allah’ın rızasını terk edecek olmaktan korkarlar. Bursa’da yaşamış Somuncu Baba adındaki zat bu hususta misal verilebilir. Sultan Yıldırım Beyazıd teşrif etti ve damadı olan Emir Buhari hazretleri’ne “Ey Emir! Buyur, cami-i şerifin kapılarını sen açıp namazı da sen kıldır! Bu şeref, ümmetin büyüğü olarak sana aittir.” Dedi. Ancak Emir Buhari büyük bir tevazu ile itiraz etti “Hayır sultanım! Benden çok daha büyük kimseler var. Bu şerefi, Şeyh Hamidüddin-i Aksarayi’ye vermelisiniz.” dedi. O vakte kadar bu isimde bir şahsı duymamış olan Beyazıd Han sordu “Bu zat da kim ola ki?” Emir Buhari hazretleri “Sultanım! Belki duymuşsunuzdur; Somuncu baba namıyla maruf bir ekmekçidir. Ulucami işçilerine de bol bol ekmek infak eylemiştir. İşte o kişi, evliyaullahın büyüklerinden Ebu Hamidüddin-i Aksarayi’dir.” Bunun üzerine Sultan, teklifi tasdik etti. Emir buhari’de, ayağa kalkarak cemaate Somuncu baba’yı tanıttı ve onu minbere davet eyledi. Somuncu Babai mahcup bir şekilde “Emirim Ne ettin? Bizi ifşa ettin..” diyerek son derece mahviyet içerisinde minbere yürüdü. O gün minberde Somuncu baba, Fatiha’nın yedi ayrı işari tefsirini yaptı. Ancak sırrının zarureten işası dolayısıyla daha sonra talebesi hacı Bayram-ı Veli’yi de yanına alarak Bursa’yı terk etti. Ancak onların bazı özellikleri vardır. İşte Allah dostlarının bazı özellikleri Görüldükleri zaman Allah Celle Celaluhu, Peygamber, din, iman, ahiret hatırlanır… “Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir180, No11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78 Boş vakitleri yoktur. Ömürlerini Salih amel ile geçirirler Abdullah b. Büsr rivâyete göre Bir bedevî, Ey Allah’ın Rasûlü! dedi. İnsanların en hayırlısı kimdir? Rasûlullah buyurdular ki “Ömrü uzun olup ameli güzel olandır.” Müsned 17030 Gizli ve açıkta, tenhada ve sahrada isyan etmezler Ebû Umâme rivâyete göre, Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu “En beğendiğim dostum malı ve insanlara yükü az olan namazında devamlı ve duyarlı olup Rabbine olan kulluğunu en güzel biçimde yapan gizli açık her durumda Allah’a itaat eden durumu bilinmediği için halk arasında şöhrete ulaşmayıp parmakla gösterilmeyen yaşayacak kadar rızkı olup rızkına ve her şeyine sabreden mümindir.” Sonra elini birbirine vurup dinleyicilerin dikkatini çekti ve şöyle devam etti “Ölümü çabuk, ağlayanı ve mirası az olandır.” Onlar konuştukları zaman hayır konuşurlar. Boş laf etmezler. İnsanlara hakkı tavsiye eder, şerden sakındırırlar “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka Onlar ziyanda değillerdir” Asr Suresi Haram ve helallere çok dikkat eder, şüpheli şeylerden bile harammış gibi sakınırlar. Kendilerine na mahrem olan kadınların yüzlerine bakmaz, onlar ile yalnız bir odada bulunmazlar. Allah için kızarlar; nefisleri için kızmazlar. Allah için severler; menfaatleri için sevmezler. Gurur, kibir olmadığı için insanlar arasında ne tevazu sahibi olanlarıdır. Kimseye üstünlük sağlamaya çalışmazlar. Kınayanın kınamasından korkmaz, Allah için bütün eziyetlere katlanırlar. Bunun gibi bir çok özellikleri vardır. ALLAH DOSTLARI NİYETİ OKUYABİLİR, GAYBI BİLEBİLİR Mİ? Bu konularda elbette çok anlatılan kıssalar ve yaşanan kerametler vardır. Kerametin canlı şahitleri bu hususu daha iyi anlamaktadırlar. Ve lakin bizlerin bu konudaki itikadı şöyle olmalıdır “Allahu Teala dilediği şeyi, dilediği kuluna, dilediği zaman bildirir” Bu konudaki düşüncelerde aşırıya kaçmak itikadı olumsuz yönde etkileyebilir. Kaldı ki, bir Müslümanın Allah dostundan istifade etmesi bu yönden değil, manevi yöndendir. En başta da dediğimiz gibi önemli olan Allah dostlarının yaşantılarını örnek almak, manevi terbiyelerinde yetişmeye çalışmaktır. KERAMET GÖSTERMEK ZORUNDALAR MI? Bir Peygamber risaletini ispat etmek için mucize göstermek mecburiyetindedir. Allah dostları ise keramet göstermek zorunda değillerdir. Kaldı ki yukarıda da belirttiğimiz gibi onlar keramet göstermekten son derece sakınırlar. Onların kerametleri, tabi oldukları Peygamberlerin mucizesi ve bereketiyledir. Keramet haktır. Bu konuda detaylı bilgi için TIKLAYIN KADIN ALLAH DOSTU OLUR MU? Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor Abdal kırk lar, kırk erkek ve kırk kadın evliya dır. Kırklardan bir erkek öldüğü zaman, Allahü Teâlâ onun yerine bir erkeği ve kırklardan birkadın öldüğü zaman, Allahü Teâlâ onun yerine bir kadını görevlendirir. Deylemî VELİLER ŞEFAAT EDERLER Mİ? Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır “ümmetimden bazıları var ki büyük bir cemaate, bazıları vardır ki bir kabileye, bazıları vadır ki bir guruba, bazıları da vardır ki tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” Tirmizi, Kıyamet 11 İmam-ı Rabbani Hazretleri de şöyle buyurmuştur “Salih ve hayırlı zatların, Allah’u Teala’nın izni ile kıyamet günü, asiler ve günahkarlar hakkında şefaat etmeleri hak ve gerçektir.” Mektubat 17. Mektubdan BİR ALLAH DOSTUNA BENDE OLMAK ŞART MIDIR? Eğer maksat Allahu Teala hazretlerine manen yakınlaşmak ise bu yolu bilen birine danışmalıyız. Onlar da Allah dostlarıdır. Hakiki bir mürşid verdiği dersler ve manevi terbiyesi ile müridin çalışmasına bağlı olarak müridini ruhen yetiştirerek Allah yolunda ilerlemesine ve bu yöndeki cihadına destek olur. Tabi ki bağlanmak meselesi gönül işidir ancak Allah dostlarından ayrılmamak gerekirCenab-I hak şöyle buyuruyor “Bana yönelenin yoluna uy..” Lokman Suresi 15 Bazı müfessirler bu ayet-i kerime hakkında şunları söylemişlerdi “Burada geçen Enabe” kelimesinin anlamı “Meyletmek ve bir şeye rücu’ etmek” demektir. “Bu iname Allah’u Teala’ya yönelmek peygamberlerin ve Salihlerin yoludur.” İbni Atıyye, el-Muharraru’l veciz, 4/349; Kurtubi, El-Cami’u’li ahkami’l Kur’an, 14/45 İsmail Hakkı Bursevi Kuddise Sirrahu bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle demiştir Bu ayette, kâfir ve fasıklarla sohbetten sakındırma ve Salihlerle beraberliğe teşvik vardır. Çünkü kişilerin bir araya gelmesi, birbirini etkilemeyi gerektirir. Tabiatlar cezp edici, hastalıklar geçici ve sirayet edicidir. Bundan dolayı Semure ibn-i Cündeb Radıyallahu Anh den rivayet edilen bir hadislerinde, Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Müşrikle bir çatı altında oturmayınız ve onlarla bir arada durmayınız. Kim onlarla oturur veya beraber bulunursa, o da onlar gibidir.” Buyurmuştur. Tirmizi, Siyer42, No1605, 4/156 Yani “Müşriklerle bir yerde oturmayınız, aynı mecliste toplanmayınız ki, beraberlikten dolayı onların kötü ahlakı size sirayet etmesin ve çirkin halleri size bulaşmasın.” Alusi Rahimehullah ise şöyle demiştir “Bu ayetle kamil manen olgun insanlara uyup, nakıslardan yüz çevirmeye ve kamil olanları, nakıs eksik olanları kemale erdirmesine işaret edilmiştir. Allahu Teala her birerlerimizi kendisine hususi dost eylesin. Dost olamıyorsak da dostlarından ayırmasın… -DELİLLERİ İLE TASAVVUF BÖLÜMÜ İÇİN TIKLA-
Bu makalede Efendimizin ﷺ saadetli dilinden Allah dostları ile ilgili hadisler ve birçok Allah dostları ile ilgili sözler bulunmaktadır. Allah dostları seçkin kimselerdir. Bu husus ile ilgili bir hadisi şerifte Allah Teala şöyle buyurmaktadır. Bir kimse dostlarımdan herhangi birine karşı hasım olursa, işte ben ona savaş açar o veli kulumun öcünü alırım. Kullarımdan hiç biri, üzerine farz olarak emrettiğim hususlardan daha güzel her hangi bir şey ile bana yanaşamamıştır. Kullarımdan biri nafile olan ibadetlerine devam ettikçe sürekli bana yakınlaşmaya başlar, ta ki en sonunda bende ondan hoşnut olurum. Ben eğer bir defa ondan hoşnut olursam bundan sonra artık bu kulumun hususi lütufta bulunacağım nurla duyan kulağı, bakan gözleri, tutan hisseden, elleyen, dokunan ellleri, hareket eden ayağı olurum. Eğer benden bir istekte bulunursa onu ona bahşederim, şayet bana sığınır ise kesinlikle onu korur ve himaye altıma alırım. Buhari, Rikak, 38 Kim benim velilerimden birisini hafife alırsa, bana düşman olarak karşıma çıkmış olur. Tabarani, El Mucemul Kebir, No. 7880 Allah dostları ile ilgili hadisler arasında bu kudsi hadis Allah dostlarını en güzel şekilde anlatmaktadır. Çünkü burada bu zatların kendilerindeki tüm hususların ve iyiliklerin özeti yer almaktadır. Nasıl mı? Şöyle ki Eğer, bu kudsi hadisi azıcık tefekkür ederek idrak etmeye çalışırsak şu muazzam sonuçları anlayabiliriz. Allah dostları, özellikle kamil olan mürşitler Allah’ın himayesindedir. Bunlara düşmanlık beslemek Allah’a düşmanlık beslemek gibidir. Allah dostlarına karışan, onların yoluna taş koyan ve onlara karşı engeller oluşturan kimseye Allah Teala gazap eder. Olgun imanın ardından kişi için en mühim olan, kendisine farz olan şeyleri eda etmesidir. Allah’ın emrinin, kurallarının ve beyan buyurduğu ahlaki özelliklerin üzerinde durmayan ve bunlara önem vermeyenin Allah dostu olması ihtimal değildir. Farzların ardından nafile ibadetler, kişinin Allah’ın katında mertebesini ve yakinini artırır. Allah Teala dost edindiği kulu için başka kullarından ayrıcaklı özellikler, feyizler ve bereketler bahşeder. Normal insanların bilemediği güzellik ve hakikatleri idrak eder, duyamadıklarını duyar, kuvvetinin yetmediği şeylere güç yetirirler. Allah dostları, bütün zamanlarda mevcut olmakta olup dünyanın sonuna kadar İslami kurallara göre hareket ederler ve örnek teşkil ederler. Bunlar Allah’ın, dostlarına verdiği hediyenin vesilesi ile olur. Ümmetimden bir topluluk kıyamete kadar Allah’ın emrini ayakta tutmaya devam ederler. Onları terk edenler ve kendilerine karşı çıkanlar onlara bir zarar veremez. Bu durum, Allah’ın kıyamet emri gelinceye kadar devam eder. Onlar insanlara devamlı üstün gelirler. Buhari, İtisam, 10 Şüphesiz Allah Teala bu ümmet için her yüz senenin başında onlara dinlerini yenileyecek kalpleri şirk, nifak ve gafletten, halleri bidat ve masiyetten temizleyip kulları Allah’a sevkedecek kimseler gönderir. Ebu Davud, Hilyetül Evliya, 1, 7 Allah dostlarıyla ilgili hadisler arasında bence en dikkat edilmesi gereken hadisi şerif Alimler Peygamber Efendimizin ﷺ varisi ve halifeleri olması hadisi şerifidir. Allah dostları Peygamber Efendimizin ﷺ nurunun varisi olup bu nuru yayarlar. Efendimizin söz, fiil ve takrirlerini eksiksiz yerine getirirler. Böylece sünnet üzere yaşayarak insanlara örnek olurlar. İşte bu anlatılan Allah dostlarına saygı göstermek, Allah’a ve Peygamber Efendimiz’e saygı göstermek yerine geçer. Şöyle ki bu hususta Allah Resul’ünün ﷺ hadisi şerifi şöyledir. Alimler peygamberlerin varisleridir. Şüphesiz peygamberler, altın ve gümüş cinsi maddi şeylerden miras bırakmazlar. Onlar sadece ilim bıraktılar. Kim o ilmi alır ve hakkı ile amel edip yayarsa, dünya ve Ahirette büyük bir nasip ve derece elde etmiş olur Ebu Davud, İlim, 1 Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyurur Alimlere ikram ve hürmet ediniz. Onlar peygamberlerin varisleridir. Kim onlara ikram ve hürmette bulunursa Allah ve Rasulüne hürmette bulunmuş olur. Hatib, Tarih, 4, 438 Peygamber Efendimiz ﷺ “Allah halifelerime rahmet etsin!” diye dua da bulundu. Sahebeler, “Halifeleriniz kimlerdir. ey Allah’ın Peygamberi” şeklinde sual ettiler. Peygamber Efendimiz ﷺ bu şekilde beyan buyurdu “Onlar sünnetimi ihya eden ve onu Allah’ın kullarına öğretenlerdir.” Ebu Nuaym, Ahbaru Isfahan, 1, 81 Hz. Ebu’d Derda Peygamber Efendimiz’in ﷺ ardından bu ümmetin içinde İslami ihya eden kişileri şu şekilde tanıtır “Allah Teala’nın öyle bir kulları mevuttur ki kendi bulundukları dönemlerde peygamberlere varis olmuş, bir nevi halifeliği sürdürmüşlerdir. Peygamberlik kesildiği zaman Allah Teala Hz. Muhammed’in ﷺ ümmetinin arasından abdal diye bilinen Allah dostlarından bazılarını peygamberlerin izine sürdü. Bunlar ile bu yolu idame ettirdi. Allah dostları fazla namaz ibadeti eda etme ile değil, fazla oruç tutma ile değil ya da fazla zikirde bulunarak Müslümanlara önderlik ettiler. Bu kimselerin makamını artıran, Allah’a dost yapan ve normal insanlardan öne geçiren şey, güzel ahlak sahibi olmak, vera hususunda sebat göstermek, niyetlerini daima iyi tutmak ve güzele yormak, tüm insanlar için kendilerinde bulunan kalp esenliği ve Allah için nasihatta bulunma tarzında husnül-hulk denilen güzel ahlaklardır.” Hakim et Tirmizi, Nevadirul Usul, 1, 165 Evliyalarla ilgili hadisler konulu makalenin 8. hadisi bu insanların Peygamber Efendimizin ﷺ ailesinden sayılmaları anlatan hadistir. Allah dostları bu muazzam yakınlığı takvalı olarak elde etmişlerdir. Bu konuda ki hadisi şerif şöyledir. Bütün muttakiler, Muhammed’in alidir. Taberani, el-Mucemus Sağir, no 318 Ehli beytimden bazıları kendilerinin bana insanların en sevgilisi olduğunu düşünüyorlar. Halbuki durum öyle değildir. Şüphesiz benim içinizde ki dostlarım, muttaiklerdir. Onlar, neseb ve yer olarak kim olursa olsun, nerede bulunursa bulunsun, değişmez. Taberani, el Mucemus Sağir, No 318 Benim için insanların en evlası, en yakını kim olursa olsun, nerde bulunursa bulunsun, muttaki olanlardır” Ahmed, Müsned, 5, 235 Allah dostları ile ilgili hadisler konulu bu makalenin başında onların Allah’ın seçkin kulları olduğunu bahsetmiştik. Allah Teala bu kimseler ile kalplere aydınlık verir ve Müslümanların yolunu düzeltir. İnsanların çıkarmış olduğı iğrenç fitneler Allah dostlarına bulaşamaz. Bu kimseler Allah katından özel bir huzur ve afiyet içinde yaşamını sürdürürler. Bu hususta ki hadisi şerif şöyledir. Alimlerin yer yüzündeki misali, gökyüzünde ki yıldızlar gibidir. O yıldızlarla kara ve deniz yolculuğunda karanlıklarda yol bulunduğu gibi alimlerle de küfür, gaflet ve günah karanlıkları içinde Allah’a yol bulunur. Yıldızlar yok olduğu kaybolduğu zaman yolcuların sapması yakındır. Allah’ın Teala kulları içinden seçmiş olduğu bir takım kimseler vardır ki, Allah onları fitne ve zulmetlerden uzak tutar afiyet içinde yaşatır, afiyet içinde öldürür, afiyet ve iman selameti ile cennete götürür. Dünyada onların üzerine gece karanlığı gibi fitneler gelir, fakat onlar bunlardan selamette kalırlar. Ebu Nuaym, Hilye, 1, 6 Kamil müminin ferasetinden sakının, Şüphesiz o, Allah’ın nuru ile bakar. Tirmizi, Tefsir, 16 Her şeyin bir madeni vardır, takvanın madeni de ariflerin kalpleridir. Taberani El-Mucemul Kebir, XII, 234 Allah’ın Teala yeryüzünde yaşanlar içinde feyiz ve nur kapları vardır. Rabbinizin kapları, salih kullarının kalpleridir. Bu kalplerin Ona en sevgili olanları da en yumuşak ve ince olanlarıdır. Ebu Nuaym, Hilye, VI, 97 Sizin en hayırlılarınız, görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kimselerdir. Ebu Nuaym, Hilyetül Evliya, 1, 6 İnsanları bazıları zikrullahın anahtarlarıdır. Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatır. İbnu Mubarek, Kitabuz Zühd, No 217-218 Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kimselerdir. İbnu Mübarek, Kitabuz Zühd, No 217-218 Allah Teala buyurur ki Şüphesiz kullarım içinde benim velilerim ve halk içinden seçtiğim dostlarım öyle kimselerdir ki, zatım zikredilince onlar hatırlanır, onlar hatırlanınca da ben zikrolunurum. Ebu Nuaym, Hilye, 1, 6 Sizin hayırlılarınız, görülmesi size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli ahirete rağbetinizi artıran kimselerdir. Ebu Ya’la, Müsned, IV, 326 Bir kul, Allah için sevip Allah için buğzetmedikçe imanın hakikatine ulaşamaz. Allah’ın Teala rızası için sevip, Onun rızası için kızdığında Allah’ın dostluğunu haketmiş Teala şöyle buyurmaktadır Kullarım içinde benim sevdiklerim ben zikredilince hatırlananlar ve onların anılmasıyla da benim zikredildiğim kimselerdir. Ahmed, Müsned, 3, 430 Kim Allah için sever, Allah için kızar, Allah için verir ve Allah için menederse, imanı kamâle ermiş olur. Ebu Davud, Sünnet, 15 Amellerin en faziletlisi, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. Ebu Davud, Sünnet, 3.
Bakara / 254. Ayet يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ Ey iman edenler! İçinde hiçbir alışverişin, dostluğun ve şefaatin geçerli olmayacağı bir gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zâlimlerin ta kendileridir. Âl-i İmrân / 28. Ayet لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ Mü’minler, sakın mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, artık onun Allah ile irtibatı tamâmen kopmuş olur. Ancak kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden korkarsanız ölçülü bir şekilde onlara dostluk gösterebilirsiniz. Yine de Allah sizi azabından sakındırıyor. Çünkü sonunda dönüş, yalnız Allah’adır. Âl-i İmrân / 118. Ayet يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًاۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ Ey iman edenler! Kendi din kardeşlerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size ellerinden gelen kötülüğü yapmaktan geri durmaz; her zaman sıkıntıya düşmenizi isterler. Baksanıza, size olan şiddetli öfkeleri ağızlarından taşıyor. Kalplerinde gizledikleri kin ve düşmanlık ise daha korkunçtur. Eğer aklınızı kullanıp gereğince davranırsanız, size âyetlerimizi kesin bir şekilde açıklamış bulunuyoruz. Nisâ / 25. Ayet وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ مِنْكُمْ طَوْلًا اَنْ يَنْكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ İçinizde hür mü’min kadınlarla evlenecek servet ve imkânı bulunmayanları, sahibi olduğunuz mü’min cariyelerle evlendirin. Allah sizi imanlarınızla değerlendirir ve her birinizin imanının keyfiyet ve derecesini çok iyi bilir. Hür olsun, câriye olsun hepiniz aynı kökten birer insan; mü’minler olarak da aynı dinin ve aynı toplumun mensuplarısınız. O halde câriyeleri, iffetli yaşamaları, açıkça veya gizli dostlar tutarak zinâ etmemeleri şartıyla ve sahiplerinin de izniyle nikâhlayın. Mehirlerini de dinin ve örfün gereklerini dikkate alarak güzelce verin. Evlendikten sonra zinâ ederlerse onların cezası hür kadınların cezasının yarısıdır. Câriyelerle evlenme izni, içinizden kötü yola düşmekten korkanlar içindir. Ancak sabredip onlarla evlenmemeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Nisâ / 125. Ayet وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا Allah’ı görürcesine iyilik yapan bir kimse olarak bütün varlığıyla Allah’a teslim olan ve şirkten uzak dupduru bir tevhid inancıyla İbrâhim’in dînine uyan kimseden daha güzel bir dine kim sahiptir ki? Üstelik Allah, İbrâhim’i dost edinmiştir. Nisâ / 139. Ayet اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۜ Onlar, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost ve sırdaş ediniyorlar. Yoksa onlar kâfirlerin yanında izzet, şeref ve kuvvet mi arıyorlar? Boşuna aramasınlar. Çünkü izzet, şeref ve kuvvet tamamiyle Allah’a aittir. Nisâ / 140. Ayet وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذًا مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعًاۙ Allah size kitabında şu hükmü indirmiştir “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini veya bunlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber kesinlikle oturmayın. Yoksa siz de tıpkı onlar gibi olursunuz.” Şüphesiz Allah, münafıkları da kâfirleri de hep birlikte cehennemde toplayacaktır. Nisâ / 141. Ayet اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلًا۟ Münafıklar, sizinle ilgili olup bitenleri çok yakından izler ve devamlı olarak havayı yoklarlar Şayet Allah size bir zafer lutfederse “Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer kâfirlerin zaferden bir payı olursa, o zaman da onlara yaklaşmak için “Biz size yardım ederek gâlibiyetinizi temin etmedik mi? Mü’minlerden gelecek felaketlere karşı sizi korumadık mı?” derler. Allah, kıyâmet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minler aleyhinde kâfirlere, kalıcı bir gâlibiyet için kesinlikle fırsat tanımayacaktır. Nisâ / 142. Ayet اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًاۘ Münafıklar, kendilerince güyâ Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar. Oysa Allah, onların hilelerini sürekli kendi başlarına çeviriyor. Onlar namaza kalktıklarında tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı da pek az hatırlarına getirirler. Nisâ / 143. Ayet مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلًا Onlar, mü’minlerle kâfirlerin arasında bocalayıp duranlardır. Tam olarak ne mü’minlere ne de kâfirlere bağlanabilirler. Allah kimi saptırırsa, artık sen onun için bir kurtuluş yolu bulamazsın. Nisâ / 144. Ayet يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُب۪ينًا Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost ve sırdaş edinmeyin. Yoksa, böyle bir akılsızlıkta bulunup da aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil vermek ve O’nun azabını üzerinize çekmek mi istiyorsunuz? Mâide / 5. Ayet اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟ Bugün size bütün iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Ehl-i kitabın yiyeceği size helâl, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. İffetinizi korumanız, zinâ etmemeniz, gizli dost edinmemeniz şartıyla ve mehirlerini verdiğiniz takdirde hür ve iffetli mü’min kadınlar ile sizden önce kitap verilmiş olanların hür ve iffetli kadınları size helâldir. Her kim inanılması gereken kâideleri inkâr ederse, onun bütün amelleri boşa gider ve o âhirette kesin olarak zarara uğrayanlardan olur. Mâide / 51. Ayet يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost ve sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar birbirinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse, kesinlikle onlardan olur. Şüphesiz ki Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez. Mâide / 57. Ayet يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan dîninizle alay edip eğlenenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer gerçekten mü’min iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının. Mâide / 82. Ayet لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَانًا وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ İnsanlar içinde mü’minlere en şiddetli düşmanlık besleyenlerin yahudiler ve Allah’a şirk koşanların olduğunu görürsün. Yine insanlar içinde mü’minlere sevgi, şefkat ve alaka bakımından en çok yakınlık duyanların ise “Biz hıristiyanız” diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde ilim ve ibâdetle meşgul dürüst din âlimleri ve kendilerini Allah’a adamış rahipler vardır. Onlar, gerçekler karşısında büyüklenmezler. Tevbe / 16. Ayet اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِه۪ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ Yoksa siz, Cenâb-ı Hak içinizden cihâd edenlerle Allah’tan, Rasûlü’nden ve mü’minlerden başkasını dost ve sırdaş edinmeyenleri iyice ortaya çıkarmadıkça öyle kendi hâlinize bırakılacağınızı mı sanıyordunuz? Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdârdır. İbrahim / 31. Ayet قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ Rasûlüm! İman eden kullarıma söyle İçinde hiçbir alışverişin bulunmadığı, dostluğun fayda vermediği o dehşetli kıyâmet günü gelip çatmadan namazlarını dosdoğru kılsınlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar! Nahl / 100. Ayet اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ Şeytanın zorlayıcı gücü, ancak onu dost edinenlerin ve onu Allah’a ortak koşanlar üzerindedir. İsrâ / 73. Ayet وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلًا Rasûlüm! Müşrikler akıllarınca seni kandıracak, sana vahyettiğimizi bıraktırıp, onun yerine başka şeyleri bize isnat etmeni sağlayacaklardı. Ancak böyle yaptığın takdirde seni dost edineceklerdi. Furkan / 28. Ayet يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَانًا خَل۪يلًا “Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim!” Furkan / 29. Ayet لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولًا “Vallahi, ikaz ve öğütlerle dolu olan Kur’an tam da bana ulaşmışken, beni onu anlayıp gereğini yapmaktan o uzaklaştırdı.” Şeytan insanı işte böyle uçuruma sürükler, işte böyle yapayalnız yüzüstü bırakır. Mü'min / 18. Ayet وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ Rasûlüm! Onları yaklaşan o kıyâmet günüyle korkut! O vakit insanlar kederlerini dehşet içinde yutkunurlarken yürekler gırtlaklara dayanır. Artık zâlimler için ne sıcak bir dost bulunur, ne de sözü dinlenir bir şefaatçi. Fussilet / 34. Ayet وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel karşılıkla savmaya bak. O zaman göreceksin ki, aranızda düşmanlık bulunan kişi sanki candan, sımsıcak bir dost oluvermiştir. Fussilet / 35. Ayet وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ Bu güzel haslete ancak hakkiyle sabredenler erişebilir; buna ancak insânî kemâl ve faziletten yana nasîbi bol olanlar ulaşabilir! Fussilet / 36. Ayet وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni kötülüğe kışkırtacak olursa hemen Allah’a sığın! Çünkü O, evet O, her şeyi hakkiyle işiten, her şeyi hakkiyle bilendir. Zuhruf / 67. Ayet اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ۟ O gün bütün dostlar birbirine düşman kesilecektir. Ancak gönülden Allah’a saygı duyan, O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınan müttakîler müstesnâ. Mümtehine / 1. Ayet يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri yakın dost, sırdaş ve işlerinize vekil edinmeyin! Siz onlara safça sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz. Oysa onlar size gelen gerçeği inkâr etmiş ve sırf Rabbiniz olan Allah’a inandığınız için Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarmışlardır. Eğer siz gerçekten benim yolumda cihâd etmek ve rızâmı kazanmak maksadıyla yurdunuzu terk edip çıktıysanız, kâfirlere nasıl sevgi gösterip sır verebilirsiniz? Gerçek şu ki, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da ben çok iyi bilmekteyim. Bundan böyle içinizden kim onlara sevgi besler ve sır verirse, kesinlikle dümdüz yoldan sapmış olur! Mümtehine / 7. Ayet عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ وَاللّٰهُ قَد۪يرٌۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ Allah’ın emrettiği şekilde yaşayıp küfre karşı açık ve net tavrınızı ortaya koyarsanız, bakarsınız Allah sizinle şu anda karşılıklı düşman olduğunuz kimseler arasında, onları doğru yola iletmek suretiyle bir sevgi ve yakınlaşma var eder. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter. Allah çok bağışlayıcıdır, sonsuz merhamet sahibidir. Mümtehine / 8. Ayet لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ Allah, dîninizden dolayı sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kâfirlere iyilikte bulunmanızı ve mümkün olduğunca onlara adâletli davranmanızı yasaklamaz. Hiç şüphesiz Allah, hak ve adâlet konusunda titiz davrananları sever. Mümtehine / 9. Ayet اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ Allah sadece, sizinle sırf dîninizden ötürü savaşan, sizi öz yurtlarınızdan sürüp çıkaran ve çıkarılmanıza destek olan kâfirleri dost edinmekten sizi men eder. Kim onları dost ve sırdaş edinirse, işte böyleleri zâlimlerin tâ kendileridir. Mümtehine / 13. Ayet يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap edip cezasına müstahak kıldığı bir topluluğu dost, sırdaş ve işlerinize vekil edinmeyin. Çünkü kabirdekilerin tekrar diriltilmesinden kâfirler nasıl ümit kesmişlerse, onlar da âhiretten öylece ümitlerini kesmişlerdir. Meâric / 10. Ayet وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يمًاۚ Öyle ki, o günün dehşetinden dost dostun hâlini sormaz.
dostluk ile ilgili hadisler arapça